Karayollarında sık sık karşımıza çıkan kahverengi levhalara karşı bir tutkum hatta saplantım var desem yeridir. İçten gelen bir arzu veya bir meslek hastalığı da denilebilir. Ama benim gibi daha niceleri var biliyorum. Biraz da insanın meçhulü merak etme dürtüsü herhalde, sürükler bu levhalar insanı bilinmez yerlere. Bazen bir dağın tepesine, bazen bir suyun başına, bir yatıra, bir katıra vs. Çok memnun olanlar gördük nihai menzilde, çok da asık suratlar. Kimi beklentisini bulmuş levhanın peşinde, kimi de umudunu yitirmiş. Bir de kaybolanlar var.
Ülkemizde bunlardan çokça var maşallah. Aynı istikamette gitsem bile her seferinde acaba diyerek bir kere daha uğramak geliyor insanın içinden. Ama mesela bütün tutkuma rağmen çocukluğumdan beri, Araklı- Arsin arasında Santa harabelerini gösteren kahve renkli tabelanın izinden hâlâ gidememenin suçluluğunu duyuyorum. Gitsem ne bulacağım bilmem ki? Ama birgün mutlaka gitmek istiyorum.
Günümüzde Balıkesir-Çanakkale üzerinden yolculuk yapanlar bilirler. Çanakkale il sınırı tabelası ile Küçükkuyu tabelası bir aradadır. Hemen bir iki kilometre sonra da sağa doğru kahverengi tabela çağırır sizi. Bayağı da büyük, yani dikkat çekici. Zeus Altarı 2 km. En az üç kere bu tabelanın peşinden gittim. Önce 2 km. gidiyorsunuz ve Kazdağları’na yaslanmış Adatepe köyünün sınırlarına ulaşıyorsunuz. Bir kır kahvesi var. Bazıları hedef burası diyerek hemen kahve-tütün molasına geçiyor. Ama öyle değil, orman içinde 720 m. daha tatlı bir yokuşu yürümelisiniz kahve renkli tabelanın işaret ettiği yere varmak için. Çam ağaçları arasında biraz da gölgeyi takip ederek yürürseniz mesele yok, zevkli bir yürüyüş de olur. Hele sizden öndekileri geçmek için uğraşmanız, ve yokuşu çıkarken “ah-vah” diyenlerin iniltileri de insana bir başka güç veriyor. Sonra mı ne oluyor. Önce bir kaya ve oraya tırmanmaya çalışan insanları görüyorsunuz. Siz de tırmanacaksınız, taş merdivende sıranızı bekliyor ve kayanın üstüne çıktığınızda muhteşem bir manzara ile karşılaşıyorsunuz. Altınoluk-Küçükkuyu bir tarafta Burhaniye-Ayvalık karşı tarafta, önünüzde tasviri gayr-i kabil muhteşem bir görüntü. Etrafta bizim gibi bir kaç kere tabelayı takip etmiş bilgiçler olmazsa niye ve kim için geldiğinizi unutursunuz bu güzellik karşısında. Koca koca adamlar, hanımefendiler, okur-yazarlar, yanındakilere Zeus Altarı’nı anlatıyor. Ama ne hikayeler.. Bir kısmının yolda gelirken internetten aparıldığı belli, bir kısmı da 720 m. geride kalmış olan ve genellikle insanların dönüşte fark ettiği tabeladaki bilgilerin yarım saat içinde senaryolaştırılmış hali. Bu tabela ise resmi bir nitelik taşımıyor. Hilmi Yavuz’dan alınan ve “tekrar samanyolunu keşfettiği Adatepe”yi anlatan edebi bir alıntı ile başlayıp, “ünlü arkeolog” diye nitelenen, aslında bir hırsız olan Schlieman’ın iddiası ile buranın Yunan tanrılarının en büyüğü Zeus’a kurban sunulan bir sunak olduğu iddiası ile devam ediyor.
Bir de her gelene bir nebzecik şerbet kabilinden Erdem Baba’ya ait bir ermişin de mezarı olabileceği rivayeti yazılmadan geçilmiyor.
Bu konuda eskiçağ tarihçilerinin bir şey üretmedikleri belli veya ben bilmiyorum. Sadece güzel bir manzara diye pazarlansa daha iyi olmaz mı diye düşünürken, ben de üretmeden edemiyorum. Muhteşem manzarası bir tarafa, Çanakkale ve Marmara tarafından gelecek korsan gemilerinin en iyi gözetlenebileceği yer burası olmalıdır. Ve eskiler benden daha az akıllı olmadıklarına göre, muhtemelen bunun için de kullanmış olmalılar burayı. Peki manzarayı seyretmeye imkan sağlayan yüksek kayanın gerisinde kare yapılı “sunak” olduğu iddia edilen yer de neyin nesi? Yorum serbest ya. Ona da orman içinde başka su kaynağı olmadığına göre günlerce buradan gözetleme yapacakların su sarnıcı/deposu gözü ile baksak nasıl olur acaba? O zaman kahverengi tabela ne olacak? Tabii bütün bunların bir doğru cevabı bulunur. İlerde orada yapılacak iyi bir saha araştırması, kazı yapılarak ve katmanlar incelenerek bize daha fazla bilgiler verecektir. Ama biz hala yakın dönemine ait belgeleri, sözlü kaynakları bile derlemedik sanırım? Adatepe Mübadeleye de konu olmuş. Vatandaş yememiş, içmemiş bir de köyün eşsiz güzeli Refika’nın hikayesini yaratmış. Bilmiyorum, hatta hiç kimse bilmiyor ama belki de doğrudur fakat kulağa hoş gelmiyor. Diğer taraftan bir ülkenin her taşı bir efsaneye konu olmadıkça gerçek ülke olamaz diye de düşünüyorum.
Kültür ve Turizm Bakanlığı hangi birine yetişsin bu mekanların. Bir bilgi ve danışma merkezi koysun diyesim geliyor ama burada Bakanlığın işletmesi olan DÖSİM’in pek satış yapma şansı da yok. Dilimizi hemen sivriltip zülf-i yâre dokunmayalım şimdilik.
Madem başladık bir başka tabelayı da hatırlatıp, tekrar bu güzergaha geleceğim. Balıkesir-İzmir güzergahından körfezin incisi Ayvalık tarafına girdiniz mi tabelalar sizi ısrarla Şeytan Sofrası’na yöneltir. Kim niye koydu bu ismi? Vardığınızda insani hayata, zevk u safaya, güzelliklere ve ihtişama cezbeden manzarası ile şeytanın iğvasına kapılma ihtimali ile mi söylenmiş bilinmez. Ama en az Zeus Altar’ı kadar muhteşem manzarası gerçekten görülmeye değer. İnsanlara bu güzelliği anlatmak için başka isim cazip gelir miydi bilinmez. Şu anda orası -herhalde milli emlaktan- özel sektöre kiralanarak manzaranın ihtişamını yaşamak için güzel bir mekana dönüştürülmüş. Tabii özel teşebbüs aklı kayanın bir tarafına Path of Satan tabelası koymayı ihmal etmeyip, kaya oyuğu da kafesler içine alınıp kırmızı kurdeleler ile sarılarak içine dilek parası atılmasını sağlamış (Bu kırmızı kurdele eski gidişlerimde yoktu, anlaşılan bir pazarlama yöntemi). Burada yine lafı uzatmamak için yorum yapmayacağım, meydanda süslü-püslü siyah gözlüklü beyefendilerden, hanımlardan duyduklarımı da nakletmeyeceğim ama, şairlere ilham kaynağı manzarası bir tarafa, herhalde körfeze girecek korsan gemilerini gözetleme açısından yine buradan daha mükemmel bir yer olmadığını düşünüyorum.
Biraz da zülf-i yâre dokunma zamanı. Bu iki yerde Kültür ve Turizm Bakanlığı yok ama Çanakkale sınırları içinde en önemli tarihi mekanlardan biri olan Behramkale’de var. Bu konuda çok yayın var. Kısaca Eskiçağdan günümüze Anadolu’yu özetleyen bir mekan. Taş binaları, devşirme mekanları, Roma döneminde binalarda belki tapınaklarda kullanılmış taşların 1359’da yapılan Murad Hüdavendigar cami inşasında kullanımı ile mesaj veren muhteşem bir yer. Artık iş manzara ile açıklanacak kadar basit değil. Burada Bakanlığın ören yeri (kale) için bilet satışı ve DÖSİM’in Türk tarihini ve kültürünü anlatan (!) su, meyve suyu satışı yapılan yeri de var. Aslında Bakanlığın bünyesinde üretilen eserleri pazarlamayı amaçlayan Dösim’in su vs. satması doğrusu yadırganacak bir durum. Orada ziyaretçilerin su ihtiyacını gidermek çok insani görülebilir, ama neticede meskun bir mahal ve onlarca yeme-içme yerinin olduğu yerde DÖSİM bu işi niye yapar? Üstelik büronun önüne konulmuş imtiyazlı masa ve sandalyeler ile de küçük bir kaçak kafe de oluşturularak. Ama etraf ile ilgilenen yok. Hele caminin restorasyonunu yapan her kimse, adeta bir mezbeleye çevirmiş ortalığı. Duvarlar Raspa yapılmış ben girdiğimde, ama içler acısı Bir de malzemelerin gelişigüzel yığılması insani hayrete düşürüyor billahi. Sanki işi yakındaki kahvehaneden günübirlik kiralanmış işçiler götürü almış intibaını veriyor.
Ama her gittiğimde bir kere daha ıstırap duyduğum bir başka husus daha var. Yerli malı hediyelik eşya satanlar nerde ise bitmiş. Eskiden, yöreden toplanmış kullanılmış eşyalar veya eskitilmiş taklit eşyalar satanların yerlerinde, Çin malları boy gösteriyor. Vay halimize, çocuğumuza Çin malı tahta bir kılıç almak için Behramkale’ye gider olduk. Halbuki eskiden gittiğimizde ne güzel seyyar kahve kavurma tavaları, kulpu kırık ama amel-i hasan vs. yazılı fincanlar, süslü damgalı barutluklar, yöre ustalarının ata yadigârı şakülleri, el terazileri ile tamgalar, hakkaki belli olmayan ama süslü mühürler, hatta şanslı olduğum zaman Bursa malı en az yüz elli yıllık yatağanlar bulurduk. Bazen bir divit ve katta’, biraz karıştırdığında nicelerinin efkarını dağıtmış kehribar bir ağızlık veya defalarca iddiaya tutularak ateşe tutulmuş bir tespih. Hiç bir kalmadı. Kötü taklitleri bile..
Serbest piyasa ekonomisi neden hep müptezelden yana işletilir. Yerli hediyelik eşya ve ürünler aynı serbest piyasa ekonomisi ile neden yarışa sokulamaz?
sa..
aziz hocam . yazılarınızı zevkle okuyorum. söylediklerinizin her harfine katılmamak elde değil…
çabalarınızın devamını diliyor selam ve sevgilerimi yolluyorum..
attila alpay
çorum