Yükleniyor

Blog

Şahit Olan Yemenlilerin Gözünden II. Abdülhamid’in Hal’i

13.08.2016

II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ile ilgili yazım geniş bir ikbal buldu. Tabii bu ikbalde bir kısım okuyucularım memnuniyet bir kısmı da iğbirarını beyan ettiler. Yani hoşlananlar da oldu, hoşlanmayalar da. Bunu tabii görmek gerekiyor. Millete bir şey sunuyorsanız mutlak kabul görmesini veya tenkit edilmemesini bekleyemezsiniz. Bugünkü yazımın konusu bu tartışmaları yapmak ve tenkit edenlere reddiye yazmak değildir. Bu konudaki hakkımı mahfuz tutarak başka bir sorunun cevabını aramak istiyorum.

II. Abdülhamid’in tahtan indirilmesi hadisesi tarih ilmi nokta-i nazarından bu kadar açık iken, -onun sevenleri dahil- hemen herkesin kafasında hâlâ tebellür edememiş olması nedendir?

Bu sorunun cevabı hemen herkesin vicdanında saklıdır, ama birilerinin de “kral çıplak” demesi gerekmektedir. Sakın onun ben olduğumu düşünmeyin. Beni “kral çıplak diyeceklere” peşrev sayıverin.

İşin sonucundan bakarak soruyorum: 1908’de yeniden ilan edilen Kanun-i Esasi’nin daha iyi işletileceği varsayımından hareketle II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesine rıza göstermeyen oldu mu? El cevap: Hayır.

O dönemin her kesimi İttihatçısı, İtilafçısı, Ahrar ve bilmem ne kadar siyasetçisi; II. Abdülhamid’in her işinde payı olan devlet adamları ve hatta eski Şeyhülislam dahi sonuçtan memnundu. Tek tek isimlerini bildiğiniz mütefekkir ya da aydın, tarihe ışık tutan şair, kurtuluşun eserlerinde olduğunu iddia eden bilcümle ulema vs. adeta zil çalıp oynamadı mı? Diğer taraftan 1918’e kadar süren bu yaklaşım, Hareket ordusunun içinden çıkan Türkiye Cumhuriyeti kurucularının da söylemi olarak devam etmedi mi? Ne hal’in baş aktörlerinden görülen (sonra “devrim evladını da yer” fehvasınca) ve muhtemelen hal’de de taraf olan Ahrar kanadının tertibatı ile bir suikasta kurban giden Mahmut Şevket Paşa, ne de kendisi son anda İzmir suikastından kurtulan Gazi Mustafa Kemal ve hatta ilginçtir, 1960 darbesinin kurbanı Celal Bayar gibi isimler bu konuda farklı bir söz söylemediler. Yani herkes, “doğrusu oydu” mealinde “iyi oldu” demeyi sürdürdü. Arada farklı kalem oynatanlar da “irticanın kılıcı” denilerek devre dışı bırakıldı. Ama ihtiyaca binaen de toplumu baskı altında tutmak için bu konu gündeme taşınarak kafaların netlik kazanması engellendi.

Elbette bazı bilimsel çalışmalar da yapıldı. Ama bu har-gür (hay-huy değil) arasında onlar da ikbal görmedi. Arada kaynayıp gitti.

Oysa farklı ve zıt kesimler tarafından bu kadar kesin ve müşterek bir inanış haline getirilen bu konu hakkında yeterli materyal, belge, doküman ve hatırat da incelenmedi. Bugün her söylenen karşısında ortaya çıkan tehevvürün bir nedeni de bu olsa gerektir. Yani sorun kaynakların eksikliği ve var olanların da yeterince incelenmemesi ya da bu kaynaklarda ne yazıldığına bakmak yerine “vicdanlarda yer etmiş sesin” aranmış olmasıdır. 

Yine laf uzadı. Oysa benim bu yazıdan maksadım bu konuda bilinmeyen bir raporu hatırlatmak olacaktı. Haydi konuya gelelim.

Acısıyla, tatlısıyla, türküsüyle, kışlasıyla Yemen hep hatıramızdadır. Osmanlı Devleti’nin Yemen’deki varlığı ayrı bir tartışma konusudur. Ama bana göre hâlâ Türkiye’nin tarihi derinliğinde “uç noktası” olan Yemen ile ilgili bilgilerimiz de epeyce eksiktir. İşte elimizdeki rapor da bu bilinmeyenlerden bir tanesidir.

Özellikle 1872’den itibaren Yemen’de girişilen ıslahatlar sayesinde bir Yemen-İstanbul hattı kurulmuştu. İstanbul’a gelen giden askerler, memurlar ve hatta sivillere ilaveten halkı temsil eden ulema veya aşiret temsilcileri de vardı. İşte bu sonunculardan bir heyet, 31 Mart hadiselerinden kısa bir süre önce İstanbul’a Padişah’ın misafirleri olarak gelmişler ve II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesine, Selanik’e sürülmesine şahit olmuşlardı. Yemen’e dönen hey’etin içinde bulunan ulemadan Sa’d b. Muhammed Eş-Şarkı bir rapor yazarak Yemen İmamı’na durumu sunmuştu. Bu eser, yazma olarak uzun yıllar Yemen Büyük Camisi kütüphanesinde bekledi, sonra yer değiştirdi, Mısır’daki Cemal Abdünnasır devrimi akabinde oluşan Mısır-Yemen Birliği sürecinde ise diğer bir çok eserler ile birlikte bu eserin bir kopyası da Mısır’a ulaştı.

Ben bu raporun varlığını Ürdünlü tarihçi dostum Profesör Muhammed İsa Salihiyye ile Osmanlı Arşivi çıkışında Sultanahmet Camisi karşısındaki bir sohbetimizde duymuş ve heyecanlanmıştım. Yayımlama hazırlığında olduğunu ve en kısa zamanda bana da göndereceğini söylemişti.

Prof. Muhammed İsa'dan gelen mektup.

Prof. Muhammed İsa’dan gelen mektup.

Kısa bir süre sonra Ürdün’e gitmiştim. Diğer işlerimin yanında mutlaka dostumun yanına uğrayıp en azından yazdıklarını okumayı arzu ediyordum. Nitekim Merhum Muhammed İsa Salihiyye’yi, Ürdün’de Salt taraflarında bir vadiye hakim bir tepede inşa etiği  ve kitaplarından başka lüksü olmayan evinde ziyaret ettim. Benim nazarımda konu belli, idi. Ama o ömrünün son yıllarında rahat konuşacağı bir arkadaş bulmanın heyecanıyla başka konulara girdi. Özellikle Filistin meselesi, Batı Şeria’nın ilhakı kendisinin de içinde yer aldığı Fedailer grubunun başına gelenleri anlattı durdu rahmetli arkadaşım. Yeni şeyler dinlemenin, duymanın etkisiyle raporu tamamen unuttum. Yanından ayrılır ayrılmaz da pişmanlık duydum fakat bir kaç ay sonra postadan gelen bir zarf beni mutlu etti. Zarfın içinde Salihiyye’nin bir mektubu ve yayımladığı söz konusu kitapçık (yani rapor) vardı. Benden kitabı mümkün ise Türkçe’ye tercüme etmemi istiyordu.

Kitap “Şahitlerin Gözün’den II. Abdülhamid’in Hal’ Gecesi” başlığını taşımaktaydı. Kitap “Takyîd Havadis İnşâ Tahdîdu’l Cihadi’s- Sanî” adlı yazmadan çıkarılmış ayrı bir bölüm olarak sunulmuştu. Muahmmed İsa Salihiyye’nin sunumu ve dipnotlarıyla 100 küsur sahife olan kitabı o zaman yayımlamaları için bazı yayımcılara teklif ettim ise de pek rağbet görmedi. Bu yüzden de Türkiye’de hiç görülmedi ve kaynak olarak da kullanılmadı.

Rapor, Kanun-i Esasi’nin ilanından sonra Yemen’de yapılacak ıslahatlar ve talepler hakkında görüşmek üzere gelen heyetin İzmir’den itibaren serüvenini anlatmaktadır. Daha oradan saraya mensup bir yaver tarafından karşılanıp, gemi ile İstanbul’a gelişleri, İstanbul’da Nişantaşı’ndaki misafirhanede ağırlanışları ve ondan sonra II. Abdülhamid’in hal’ine kadar giden süreçleri anlatmaktadır. Yemen’in en saygın isimlerinden oluşan bu heyetin bir çoğu hayatında bir çatı bile görmemiş iken İstanbul’u, Yıldız Sarayı’nı ve işleyişini görmenin heyecanı ile bizim için sıradan onlar için ilginç bilgileri not etmiştiler. Bürokrasiden kendileri ile en üst düzeyde ilgilenenleri, Yemen’e kadar nüfuzu olan Şeyh Ebu’l Hüda Efendi, Kuzey Afrika’da etkinliği tartışmasız olan Şeyh Zafir Efendi ve daha bir çokları Padişah adına kendileri ile görüşerek, Yemen Islahatı hakkında hazırlanan planı anlatanları kaydetmişlerdi raporda. Hülasa İstanbul’da geçirdikleri altı hafta boyunca yedikleri içtikleri dahil- gördükleri her şey yazılmıştı bu rapora.

Bahsi geçen rapor

Bahsi geçen rapor

Tabii bu arada Sadrazam Said Paşa kabinesinin düşmesi, Şeyhülislam Cemaleddin Efendinin yerine Ziyauddin Efendinin gelmesine de şahit oldular. Eski Yemen valisi yeni Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa ve ekibinin de hiç bir değişiklik olmadan kendileri ile aynı muamelede bulunduğunu not etmeyi de ihmal etmediler. Hatta onun Yemen’i bildiğinden işlerin daha iyiye gideceğini bile umdular. Üstelik aralarındaki “Seyyidu’l Allame” İbrahim b. Abdullah yazdığı şiiriyle Hüseyin Hilmi’nin sadrazam oluşana tarih düştü. Halk arasındaki sadaret değişikliğinde makam hırsı ile gözü dönem Sadrazam Kamil Paşa’nın oğlu Said Paşa’nın sebep olduğu dedikodusunu, yani babasının hükümetinin düşmesine sebep olduğu söylentisini bile yazarak gözlemlerine ne kadar sadık olduklarını gösterdiler.

Yemen heyeti, İstanbul’da resmi heyetler tarafından kabullerindeki normalliği anlatırken “İttihad-i Muhammedî” cemiyetinin de hızlı bir şekilde büyüdüğünü de ifade ediyor bir taraftan. Bizim kaynaklarda son kalkışma anında İttihad-i Muhammedi cemiyetinin flamalarından söz edilir sadece. Oysa heyetin raporunda şöyle yazmaktadır:

Bu esnada, İttihad-i Muhammedi Cemiyeti büyüyor ve gelişiyordu. Ulema, hocalar İstanbul’da ve taşrada bulunan herkes bu cemiyetin etrafında buluşuyordu. Bunların vaizlerine büyük-küçük asker, tüccar herkes Cuma gününden beri devam ediyorlardı. Bu durum, -muhtemelen  20 Rebiulevvel 1327- (tarihi yanlış kaydettiler, zaten muhtemelen diyorlar) Salı gününe (13 Nisan’a) yani İttihad-i Muhammedi cemiyetinin toparlanıp “şeriat talep etmesine” kadar devam etti. Bir akşam köprüde bir adam öldürülmüştü. Bu kişi de İttihad-i Muhammedî’den idi. (Hasan Fehmi’den söz ediyorlar ve onara ulaşan bilgide, ölenin cemiyete mensup olduğu rivayet edildiği anlaşılıyor) Ki, kalkışmada bu olay güçlü bir etki yarattı. Onun öldürülmesi emrini mebus olan Hüseyin Cahid ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin verdiği töhmetinde bulunan İttihad-i Muhammedî meclisin etrafında toplandı…

Hadisenin gerisini de duydukları ve gördüklerine istinaden -bizim kaynaklarda bulunmayan ifadeler ile- vererek diğer gelişmeleri da anlatmaktadırlar. Olayların gelişmesi ve II. Abdülhamid’in olaylar karşısındaki tutumu ve Selanik’e sürülmesinin detayları şahitlerin gözünden ele alınmıştır raporda. Yazıyı uzatmamak adına daha fazla detaylara girmeyeceğim. Merak edenlere Arapça metni gönderirim.

Burada önemli olan II. Abdülhamid’in hal’ine giden süreçte “şeriat talebi ile öne çıkan İttihad-i Muhammedî” cemiyetinin rolünün o günlerde açık ve seçik bir şekilde ortaya konulmasıdır. Gözlemcilerin, muhtemelen daha sonra kurulan Divan-i Harp’te suçlananlardan ve cezalandırılan/cezalandırılamayanlardan haberleri olmayacaktır. Buna rağmen bu olayda baş aktör olarak bu cemiyeti görmüş olmaları manidardır.

Diğer taraftan tekrar söylüyorum. Kimse öküzün altında buzağı aramasın. II. Abdülhamid’in hal’i meselesi tarihi bir olaydır; tarih metodolojisi ve kaynakların verdiği imkanlar ile incelenmesi gereken bir hadisedir. Şahıslar, fikirler ve sonradan meydana gelen olgular bu konunun özü ile alakalı değildir. Olsa bile onların eylemleri de tarihin konusudur. Bir tarihçi olarak, bu hal’in gerçekleşmesinde bu cemiyetin tek başına rol oynadığını düşünmediğimi daha önce de yazmış ve söylemiştim. Ama bu tür cemiyetlerin kırılgan bir yapıya sahip ve özellikle şirazesinden çıkmış Müslüman toplumları harekete geçirebilme ve kullanıma açık hale düşürme imkanını unutmamak gerekir. Nitekim hafızalarımızda şimdilik canlı ama bir süre sonra sis perdesi arkasına itilmesi muhtemel olan 15 Temmuz 2016 hadisesinin de bundan farklı gelişmediği ulu’l-ebsar nezdinde malumdur vesselam.

Yorum Yaz

  1. S.A Elinize saglik,populer tarih incelemelerinden oteye gidemiyen tarih sevgimizin bu ibretlik hal olayinda bile kisitli kalmasi gercekten uzucu.Yemenlilerin bu tarihe not dusen eserini turceye kazandiralim ustumuze duseni yapmaya haziriz.

  2. Tarih, peşin hükümlere mesned aranan bir mecra değil her tür önyargıdan arınmış bir tetkik sahası olmalıdır. Hamid-i sani de bir insandı kusurdan münezzeh değildi ama şüphesiz fevkalade bir insan ve hükümdardı. Onun hal’i mevzuunun peşrevi bile beni heyecanlandırdı. Hocam “peşrev” bizi kesmez. Devamını da siz yazarsanız mutlu oluruz. Peşrev de sizin meydan da sizin. Saygılarımla.

  3. Kaleminize sağlık hocam, ibretlik bir yazı sayın hocam ” tarih tekerrürden ibarettir” sözünü bir kez daha teyit etmiş olduk

  4. Hocam bu güzel Yemen anekdotu için teşekkürler. Konunun tarihimizin önemli bir meselesi hakkındaki bilgilerimize katkısı tartışılmaz ama ben işin bu yönü hakkında yorum yapacak niteliklere sahip değilim. Sadece Yemen bağlantısı hakkında gerçek hayattan kaynaklanan bir gözlemimi paylaşmak istedim.

    Yemenliler kendi ülkelerindeki devasa sorunlara ve iç işlerindeki onca “beceriksizliğe” rağmen, dünya olaylarını ve bölgesel dinamikleri izleme, anlama ve yorumlama konusunda inanılmaz derecede başarılıdırlar. Bölgenin en eski medeniyetine sahiptirler. Bütün o kaosa rağmen ve belki de biraz da bu sayede, qat meclisinde sedirine yan oturarak yüksek siyasi analizler yapan Yemenli tahlillerinde şaşırtıcı derecede isabet kaydeder. Bu benim Yemen’de geçirdiğim 4 yıldan edindiğim şahsi gözlemim; öznel olduğu kadar hatalı da olabilir.

    Sırf bu yüzden bile Yemen heyetinin raporunun değerli olduğuna inanıyorum. Bana kalırsa konuya dışarıdan bakabilen ama bizi çok iyi tanıyacak kadar da yakın olan Yemenlilerin ne yazdığını iyice bir incelemek gerekir.

    Hocam yazınızdaki son cümleler bana günümüze ilişkin ilginç bir benzerliği hatırlattı. Halen Yemen’in siyasi, ekonomik ve entellektüel çevrelerinden önemli şahsiyetler -en azından yüreği Türkiye ile aynı tempoda atanlar- Yemen’deki istikrarsızlık nedeniyle Türkiye’de yaşıyorlar. Son iki yılın dramatik siyasi gelişmelerine Türkiye’de bizzat şahit oldular. Belki “İmam’a bir rapor” formatında değil ama gözlem ve düşüncelerini bir şekilde yazacaklarından eminim. Ve bu yazdıkları ileride olaylara objektif bir açıdan ışık tutabilecek ilginç gözlemler olacaktır sanırım.

    • Sayın büyükelçim. Bu kıymetli değerlendirmeleriniz ve değerli gözlemlerinizi aktardığınız için teşekkür ediyorum. Yemenliler hakkındaki yaklaşmlarınıza aynen katılıyorum. Orada geçmişte görev yapmış birçok anı sahibinin benzeri yaklaşımları vardır. Sanıyorum sizden de bir Yemenname beklememizin zamanı geldi. Dört yıllık gözlemleriniz Türkiye’yi Yemen’e Yemen’i de Türkiye’ye açmak için önemli bir anahtar olacaktır.
      Selam ve sevgilerimle…

  5. Hocam yazınızı okudum. Çok tatlı insanı saran bi üslubunuz var..Bu aralar Abdülhamit’i keşfetmeye çalışıyorum.Bu arapça metni merak ettim. Ulaştırabilirseniz sevinirim. hürmetler.

Blog

Kategoriler