İnsan ne kadar ister üstünde dolaşan kara bulutların ta Mekke’den, Busra Eski Şam’a kadar gölge eden bulutların cinsinden olmasını. Ama nerede? Bizim kara bulutlar, kızgın güneşe kalkan olan bir rahmet değil; yağmur, dolu, baran, kasırga hatta tufan getiren cinsten. Sadece üstümüzde değil, kendini içimizde hatta ruhumuzda hissettiren tufan.
Peygamberlerin şehri Urfa’nın kardeşi Hz. Zekeriya’nın (a.s) diyarı Halep’te canımızı sıkan, kanımızı donduran olayların hatıralarımızda kalan eski izlerini öne çıkaracağımız bir zamanda, Ankara’nın göbeğinde yaşatılan vahşet, bizi yeniden nisyana sürükledi birden. Bildiğimiz her şeyi unutuverdik. Türkümüz, sevdamız ıstıraba, ıstırabımız da intizara dönüştü. Bu yüzden daha önce Şam için yazdığım -ve önemli tepkiler aldığım- yazının devamını yazmak yerine, “kaçış güzergahında” sığınacak bir diyar aramaya niyetlendim bu sefer.
Ama heyhat, nereye kaçacaksın? Bildiğin bütün diyarlar ateş altında. Mecaz bitmiş ve gerçekten “her yer yangın yerine dönmüş”. Kim doğru, kim haksız, belli değil. At izi, it izine karışmış. Alem safasını yaşarken İslam dünyası kanlı göz yaşı döküyor.
Geçmiş dünyada ufkumuz, Mısır’dan Yemen’e buradan Hint diyarına kadar ulaşır ve hayal dünyamız da bu coğrafyada dolaşırdı. Zaten dünya da adeta bundan ibaret idi o asırlarda. Bu yüzden Osmanlılar, Yemen’e varmadan, Hint Okyanusuna açılmadan büyük bir devlet olamadılar.
Yemen’i duyunca bir hoş oldu içiniz, benim gibi. Ben de hep masallardaki, eski tarih ve atlas kitaplarındaki Arabia Felix/Yemen el Saide veya bizim dilde, Mutlu Yemen/Bahtiyar Yemen’i hatırlarım. Öyleydi bir zamanlar Belkıs’ın ülkesi Yemen. Zengindi, mutlu idi ve insanlığa uygarlık armağan ediyordu. Afrasya kültürünün kaynaştığı bu coğrafya insanlığın özeti gibiydi. Düşünün, dünyanın ilk küresel dili sayılan Arapçanın ilk şekli de bu Himyeri diyarında yazılmıştı. Sonra bugünkü gibi coğrafyanın laneti, çevre felaketleri, iç çekişmeler ve yerli hanedanların çatışmaları bin bir felaket getirdi. Şükür ki, İslam ile müşerref olunca bu diyar tekrar istikrara kavuştu. Müslüman’ı, Hristiyan’ı ve hatta Yahudi’si bir arada yaşamaya başladı barış içinde. Sünnisi, Zeydisi, Nejran’ın İsmailisi, Hatta Uman’ı kuran Haricisi de bütün farklılıkları ile burada idi ve -rivayetlere göre Hz. Peygamber’in işareti ile yapılmış olan ilk camisi Cami-i Kebir’de birlikte ibadet ediyorlardı.
Ama istemediğimiz o meş’um kara bulutlar bir kere daha ortaya çıktı. Endülüs’ü yıkan, Hindistan’ı keşfeden kara kasırga Kızıldeniz’de belirdi. Haremeyn tehdit altındaydı ve Osmanlılar durumdan vazife çıkarıp hayal dünyalarını süsleyen ama ayarı bozulmuş, düzeni kalmamış, mutluluğu kara bahta dönmüş Yemen’e doğru yelken açtılar. Sahilden başlayarak, kaleler, medreseler, hanlar hamamlar inşa ederek iç taraflara Sana’a’ya kadar vardılar. Sinan Paşa 16. yüzyılın son çeyreğinde Cami-i Kebir’i yeniden ihya etmişti ki son ziyaretimde hâlâ bütün görkemi ile bir müderris edasında derin dersler sunuyordu adeta. Osmanlı’nın Yemen asırları elbette kolay olmadı. Olmadı ama bir düşünün hele hafızalarımızda ne kadar yer bıraktı. Hem de olumlu bir yer.
Uzaklık algımız Yemen ile şekillendi. Kırk yıl hatırı vardır dediğimiz ve kendimize mal ettiğimiz kahvenin en iyisi de oradan geldi. Sevdalarımızda, türkülerimizde yer alan, Anadolu’da genç kızlarımızın başını süsleyen “yemenî”yi de, unutmayın oradan devşirdik. Daha sayayım mi? Yok yeter bence herkesin içinde bir “Yemen Türküsü” yok mu?
19. yüzyılda Osmanlı Devleti Yemen’i yeniden imar etti. Sultan Abdülaziz ile başlayan bu süreç, II. Abdülhamid ile programlı bir hal aldı. Neredeyse Anadolu’da ne var ise, Asir’de, Taiz’de Moha’da, Hüdeyde’de olsun istedi Sultan Abdülhamid. Hatta medeniyetin son ürünü, gelişmenin başı kabul edilen Hudeyde-Sana tren yolu projesini başlattı. Yeni baştan imar edildi San’a. Şehrin sembolü Ba’bu’l-Yemen’i, efsanesi tükenmez, yeryüzünde kocaman beyaz bir bulut gibi duran Bekriyye camisini, halka daim açık Vilayet konağını, Sanayi mektebini, yerli dile “Ordu” kelimesinden muharref “Urzı”’yi, yani önünde redif sesi olan kışlasını velhasıl hayatın canib-i erbaasını ve hatta semasını kuşattı Yemen’in Devlet-i Aliyye. Zira Haremeyn’in muhafazası buradan geçiyordu ve ayrıca onların tarihi derinliğini temsil ediyordu Yemen.
Söz uzadı sadede gelemedim. Dünde kaldım, belki bugünü ihmal ettim. Peki lafa “Halep ordaysa, arşın burada” misali başlayıp, konuyu nereye bağlamaktır sizce niyetim?
Istıraba, intizara…
Defalarca bana saydığım yerlerde rehberlik etmiş bir dostum, Yemen’in sözlü ansiklopedisi, Osmanlı tarihi hayranı, Türk dostu -kimilerine göre deli- sevgili Ali Ez-Zi’b, artık görmeyen gözlerine aracılık eden objektifinden bazı fotoğraflar gönderdi dün. Beni perişan etti, yıktı. Sizi de. Ama asıl önemlisi, kör inadın, yanlış siyasetin, dünyevi rekabetin biriktirdiği kinin kustuğu savaş yüzünden yıkılan koca tarih…
Sebepleri ve failleri hakkında zaman zaman fikir beyan ettiğimiz ve burada “zadet nağmeten uhra ale’tanburi” kabilinden öteye geçmeyecek olan yeni bir tartışmaya girmeye hacet yoktur sanırım. Zira şu anda aktif olan aklım değil, duygularım, hislerim ve hatıralarım. Hangi sebebe mebni ise sonuçta on Müslüman devletin koalisyonu, Müslüman olmayan dünyanın ürettiği teknoloji ve bombalar ile dünyanın en eski ve önemli İslamî eserlerini tahrip etti. Üstünde onulmaz yaralar açtı, daha da önemlisi İslam tarihinin, sanatının ve estetiğinin bütün görkem ve ihtişamını yok etti. Elbette bazılarınız hala aklıyla okuyor beni ve “ hırsızın hiç mi suçu yok?” diye soruyor.
Ben geçtim buraları, ben mutlu Yemenimi, tarihimi, geçmişimi hatıralarımı istiyorum. Biliyorum nafile ama, ben de soruyorum ey dostlar: Birlikte içtiğimiz kahvenin hiç mi hatırı yok?
Yok işte ne kahvenin ne çayın şimdi yer altı kaynaklarının hatırı var ondan haber hocam
Hocam, yazınızla yüreğiniz yüreğim oldu. Birden elimde bağlama dilimde yemen türküsü ile gözlerim doldu. Az önce içtiğim kahve bile daha acı geldi. Gidin karabulutlar desem de gitmiyorlar. Allah’a emanet olun.
Kiymetli hocam elinize yüreğinize sağlık ne de güzel aktarmışsinız gezi gözlemlerinizi Yemenin ihtişamlı tarihiyle.. Satırları okurken hem şanlı tarihimizle gururlandım hemde içim burkuldu. Zaman mefhumu ne gariptirki insanoğlu gittikçe insanlaşacağı yerde insanlıģını yitiriyor..Duyarsız acımasızca tarihi kalleşce tahrip edecek bir yaratığa dönüşüyor.. bunu ifade etmeye kelimeler kifayetsiz kalıyor..postmedern anlayışin pençelerine teslimiyetin acı tezahürü.. Saygi ve selamlarımla..Allah’a emanet olun.
“Güle gûş ettiremez boş yere bülbül inler
Varak-ı mihr-ü vefâyı kim okur kim dinler”
Çok duyarlı ve içeriden yazılar bunlar.Oryantalist ve teknik boyutlu ruhsuz yazıların bakış açılarının aksine bizi mesele sahibi kılıyor Zekeriya hocanın yazıları.
Islam ahlakinin tahrib oldugu en temel insani duygularin dahi yok oldugu bir zamanda Allah in vaadi olan gokten ates yagmaktadir ve ne eserler nede insanlik ayakda kalabilir.Imtahan dunyasinda ancak imani ilmi,irfani ve birlikteligi muhafaza edebilenler Allah in izni ve muhafazasi sayesinde aziz olacakdir.Rabbim istanbulu halepi,san ayi ve harameyni ezcumle tum islam alemini en garib uz zamanda kurtulus ihsan etsin.
Hocam hafta sonu bizi duygulandirdiniz sizden Allah razi olsun ve milletimiz suur ihsan etsin.
Türk’ün aleme nizam verme idealinin son ve müşahhas haliydi Osmanlı. Devleti Aliye’nin hakim olduğu coğrafyalardan çekildiği günlerden bu yana o tanıdık ve akraba beldelerde acı ve ızdırap kol geziyor. Balkan’dan Yemen’e o büyük coğrafya Osmanlı Barışını özlemeye devam ediyor. Bir çoğunun kendilerine dahi itiraf etmekten kaçındığı bu özlemi şüphesiz diline düşüren dostlar var halen oralarda. Lakin kahveyi onlar buldu ama kırk yıllık hatırı gözetmek hep bize düştü. Mazimize ihtimam ve ihtiram ile sarılmaya devam edeceğiz. “Kökü mazide ati” olabilmek için. Rabbin inâyeti, bizim gayretimiz ve Maide Suresi’nin 54.Ayetinin delâleti ile yeni bir Türk Barış’ı için cihada devam edeceğiz. Saygılarımla.
Hasan Basri Pehlivan
Yazımızı ibretle ve istifade ile okudum .
Son derece de akıcı bir üslupla yazdınız.
Kaleminize, yüreğinize sağlık aziz dostum.
Hürmetle, muhabbetle selamlıyorum sizleri…
Hocam Mevlam kalemine guc versin. Dillerine ve hayallerine saglik.
Sevgili Hocam, Hz. Ademin cennete dönüşü gibi bu coğrafyanın özledi(ği)niz günler geri gelecek mi acaba.?
Duygularımıza tercuman oldunuz hocam size sağlık afiyet diliyorum hatırının sayıldığı günlerde gelir duasıyla