-
Karayollarında sık sık karşımıza çıkan kahverengi levhalara karşı bir tutkum hatta saplantım var desem yeridir. İçten gelen bir arzu veya bir meslek hastalığı da denilebilir. Ama benim gibi daha niceleri var biliyorum. Biraz da insanın meçhulü merak etme dürtüsü herhalde, sürükler bu levhalar insanı bilinmez yerlere. Bazen bir dağın tepesine, bazen bir suyun başına, bir yatıra, bir katıra vs. Çok memnun olanlar gördük nihai menzilde, çok da asık suratlar. Kimi beklentisini bulmuş levhanın peşinde, kimi de umudunu yitirmiş. Bir de kaybolanlar var.
Ülkemizde bunlardan çokça var maşallah. Aynı istikamette gitsem bile her seferinde acaba diyerek...
-
Daha önceki bir yazımda Sina yarımadasına yaptığım geziyi anlatmıştım ama bu kısım “i’rabta mahalli yoktur” kabilinden derc edilmemişti.
80li yılların sonlarıydı. Mısır’da bugünden farklı bir hayat yoktu esasında. Herkes yaşamanın bir yolunu bulmuş, Mübarek de her türlü duadan (!) nasibini alıyordu. Ülkede pek çok guruplar ve fikirler kendi mahallelerinde mevcuttu ama bugünkü gibi çok belirgin bir ayrışma; hele hele Mübarek’in arada bir Ezher ulemasını toplayıp “mutatarrıf” (aşırı) guruplara karşı uyarması dışında görünen bir baskı yoktu. Tabii bazı dostlarımızın kazaen de olsa arada bir uğramak zorunda kaldıkları...
-
Bayram münasebeti ile pek çok eş dost akraba ve meslektaştan tebrik geldi. Kimi telefon ile, kimi diğer sosyal medya araçlarından kimi de e-postadan. Şikayetim yok, çağın gereği ama insan telefonsuz, e-postasız vs. zamanları özlemiyor değil. Çok değil, çeyrek asır önce, eş-dost akraba görmek bir heyecan yaratıyordu. Her şey ru be ru (gençler için: yüz yüze) görüşme üzerine bina edilmişti. Şimdiki gibi tebrikler, pijama, terlik ile değil, o gün için hazırlanmış kıyafetler ile kabul edilirdi. Şikayet değil benimkisi, hatırlatma. Zira sürekli “eskilerin daha iyi olduğunu” iddia edenlerden değilim. Ancak geçmişte değişim daha yavaş...
-
Dünya kurulalı beri tarih nelere şahit oldu. Kim bilir diye sormayacağım. Zira cevabı basit. Sen, ben, biz, siz, onlar bilmezse de “kitap” bilir. O her şeyi kayıt altına alır ve zamanı gelince hepimize hatırlatır. Belki de bundan dolayıdır insanoğlundaki kitap düşmanlığı.
Nice kitaplar, kütüphaneler bundan dolayı telef edildi belki de. İskenderiye kütüphanesinin akıbeti hala meçhul. Moğollar çıktıkları coğrafyadan Bağdat’a gelinceye kadar “cengaver” diye anılırken, Bağdat’ta canavarlaşmaları asırların birikimi kitapları Dicle’ye döküp suyun rengini değiştirmelerinden değil miydi? Daha nice örnekler var tarihimizde. Nice...
-
Bugünler gençlerin en yoğun günleri. Kimi bin bir meşakkatle girdiği sonra da bin bir pişmanlıklar/mutluluklar yaşadığı üniversitelerinden mezun oluyor. Kimisi de hayal kurduğu üniversiteye girmek için gün sayıyor. Bazıları tatil hesabı yaparken pek çoğu da geçim derdine çoktan düşmüş durumda. Hani biz büyükler onlar için “geleceğimiz” diyoruz ya, evde-barkta, okulda-meydanda ve hatta uygun/uygunsuz her yerde. Ama doğrusu gençler bunu ne kadar samimi buluyor bilmiyoruz.
Hele onları hayata nasıl hazırlıyoruz? Hangi planlamaları yapıyoruz ve hangi değerleri veriyoruz? Doğrusu bu konuda rivayetler muhtelif. Evrak-ı resmiyeye bakarsanız her...
-
Türk devlet adamları geleneğinde anı yazmak yaygın değildir. Ancak bu güne kadar yayımlanan ve var olduğu iddia edilip yayımlanmayanlara bakılırsa bizde de bir hayli devlet adamı anısı vardır. Ancak Osmanlı’dan günümüze bir göz attığımızda bu kültürümüzün Avrupalılara göre oldukça sınırlı olduğu gözlemlenebilir. Tarihi bir kaynak olarak tartışmalı olsa da anılar çoğu kere resmi belgelerin soğuk yüzünü gülümsetir, onların bıraktığı boşlukları doldurur. Bu yüzden özellikle yakın tarih yazımında vazgeçilmezdirler. Ama hemen tamamı sahibinin sesi olarak tarih önünde bir savunma olduğu için de sorunludurlar. Yani dikkatle...
-
Üniversitelerde sezon tamamlanmak üzere. Art arda mezuniyetler yapılıyor. Mezuniyet sevincini yaşayamamış olan ve hatta eski mezunlar telaşta. Zira lisansüstü program ön kayıtları başladı, bitmek üzere. Bilimsel değerlendirme ve mülakat kapıda. Eh bizim de birkaç sözümüz var dinleyecek olanlara.
Öncelikle Türkiye’nin Yükseköğretim hedefleri içinde lisansüstü programlar ne kadar yer alıyor buna bakalım. YÖK eski başkanı sayın G. Çetinsaya'nın yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye’nin yükseköğretimde 2023 hedeflerine varması için her yıl 14 bin lisansüstü mezun vermesi gerekiyor. Oysa şimdiki durum bunun sadece yaklaşık üçte...
-
Malum 2014 yılı dünyayı alt üst eden ve bugünkü siyasi ve hatta sosyal şartların oluşmasına zemin hazırlayan Birinci Dünya Savaşı’nın yüzüncü yıl dönümü idi. Bütün dünyada bu savaşa taraf olanlar ve olmayanlar arasında ciddi hareketlenmeler oldu. Bilimsel toplantılar, anmalar yapıldı; yayınlar, ve günümüzün vazgeçilmez iletişim aracı olan internet siteleri (Örnek 1, 2, 3) hazırlandı. Savaşa asıl konu olan ve savaşın nesnesi durumunda bulunan ülkemizde de bazı üniversiteler ve kurumlar benzeri faaliyetlerde bulundular. Ama bekleneni vermediği muhakkak. Yeni bir fikir ve yeni bir yaklaşım yerine malum savaş suçlularının (!) yeniden...
-
Bugün Trabzon’un Çaykara ilçesine bağlı Taşkıran’da (eski adı Çoroş) bir müderrisin oğlu olarak dünyaya gelen Ahmed’in doğum tarihi kayıtlara tam olarak geçmedi. Ama oğlu Nazım’dan derlenen bilgiye göre Balkan savaşına katıldığı ve ardından redif askeri olarak köyüne döndüğü bilinmektedir.
Babası İsmail efendi uzun yıllar Kayseri’de medrese eğitimi görüp köyüne geç dönmüştü. Kendisine verilen müderrislik beratı ile evinde o günkü geleneklere uygun olarak üst seviyeye gelmiş (Molla Câmi seviyesini geçmiş olan) sınırlı sayıda öğrencilerine dersler vermekteydi. Köyünden uzun yıllar uzakta kaldığı için geç...
-
“Arşiv bir milletin hafızasıdır” sözü yaygın bir şekilde kullanılır. Her kim söylemiş ise güzel söylemiş. İnkârı mümkün değil. Devletlerin günlük işleyişinin takibinde olduğu kadar, milletlerin tarihinin yazılmasında da birinci derecede önemi haizdir arşivler.
Söz konusu tarih araştırmaları olunca da “arşiv, araştırılan konunun olmazsa olmaz materyali, konunun iskeleti, eti-kemiği, beyni ve hafızası” olur. Neyse ki zengin tarihimiz kadar zengin de arşivlerimiz var.
Malum Osmanlı dönemi evrakı ile kısmen bazı Cumhuriyet kurumlarının evrakı Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün İstanbul ve Ankara’daki binalarında...