Yükleniyor

Blog

Elli Yılda Ne Yetişir veya Türkiye’de Eğitimin Muhasebesi

03.01.2016

2016 yılından da 3 gün aldık. Artık bitti sayılır. Geriye dönüp baktığımda neler mi görüyorum; eğitimin içinde geçen tam yarım asır. Bu sürenin yarısına şahit olan eşim de bazen “sende değişiklikler var” diyor. Dile kolay, elli yıldır eğitiliyoruz, bu kadar da olmasın mı?

İlkokula başladığım 1965-66 öğretim yılından bugüne geçen elli yıllık süreye bakıyorum. Okula gitmekten, okumaktan-yazmaktan başka bir şey yapmamışım. Peki sonuç ne? İlkokulda iken öğrendiğimiz ilk tekerleme gibi: “Az gittik, uz gittik, dere-tepe düz gittik, bir de geri dönüp bakmışız ki, bir arpa boyu yol gittik”. (Gençler hemen ümitsizliğe kapılmayın, devir değişti, tekerlemeler de hızlandı).

Elli yıl boyunca nelere şahit oldu bu gözler, neler duydu bu kulaklar, nerelere yürüdü bu ayaklar? Hepsini yazmanın sırası değil ama kısa bir potpuri yapmaya da engel olmasa gerektir.

Galiba beş yılın sonunda sınav yapılarak mezun edilen son öğrencilerdendim. Sonra kaç kere değişti düzen. İlkokul, ilköğretim oldu. Oysa eğitim ile birlikte ilköğretim evde, hatta anne karnında başlardı, okulda değil. Ama ceberut bir akıl bu gerçeği inkar ederek bizi terbiyeye kalkıştı ya, neyse. Sonra ortaokul ve lise eğitiminde yapılan düzenlemeler, kutsanan tevhid-i tedrisat kanununa rağmen okullar arası ayrımcılık. Hatta sınıfsız bir toplumda okullar üzerinden sınıflar yaratılmaya kalkışıldı. Bizde üniversite macerası ise bir başka acaibu’l-asâr-i dehr oldu desem şaşırmayın. Giren dertli, giremeyen gamlı, kederli. Tek sınavdan, iki sınava, ön kayıttan, sahte kayda derken bir sürü sessiz harften oluşan imtihan sistemleri yarattı boşa kürek çeken zihnimiz. Cumhuriyetin ilk yıllarında sadece bir iken bugün 200’e ulaştı bina ve mekanlarımız ama… Lisansüstü eğitimden bahsetmeyeceğim burada fakat sadece “altı kaval üştü şeşhane” dersem zaten siz anlarsınız durumu. Hepsi medeniyet algımızdaki med-cezirlerden kaynaklandı desem yargılar mısınız beni bilmem.

Gördüklerinin yerine, neler görmedi bu gözler desem yeridir. Sol/Sosyal Demokrat, Sağ/Liberal/Muhafazakar iktidarlar. Askeri muhtıralar ile kurulan hükümetler; dipçik ve süngü ile hükümet eden darbe yönetimleri vs… Hepsi de bizi iyi vatandaş, çalışkan ve çağdaş yapmak istiyorlardı. Hepsi de bizi “muasır medeniyetler seviyesine” davet ediyorlardı. Tabii onlar çoktan o sınıfa ayrılmışlardı bile. Sadece bizi eğitmeyi amaçlıyorlardı. Peki başarabildiler mi?

Kağıt üstünde her şeyin mükemmel göründüğü son elli yılı ancak “soluyarak” yaşayanlar bilir. Salt öğrenci olduğu için “suçlu” muamelesi gören gençlik ile, üniversitesine, fakültesine “öğrenci olmazsa daha iyi idare ederim” düşüncesiyle “üniversiteye öğrencisini sokmayan” rektör ve dekanları yakından müşahede eden gözler anlar bu yarım asrı.

Akademik unvanların beşik ulemasına dönüştürüldüğü, aradan sıyrılanların mutlaka bir yerlerde yakalanıp terbiye edildiği; olmadı 141, 142, 163, 1452 ve nihayet 28 (Şubat) rakamlarıyla “neler geçti neler felekten/un elerken deve geçti elekten” manisinin ispatlandığı elemelerden geçirilerek bugüne gelindi yarım asır boyunca. “İlim, irfan, yetenek, ibda’, icat, fen, san’at” gibi kelimeler sadece açılış konuşmalarının müfredatı oldu. Buna mukabil “tekrar, taklit, kopyalama ve hatta intihal” nerede ise “kelam-i kibar” yerine geçti. Ödüllendirmeler ise (engelliler beni affetsin) “körler sağırlar birbirini ağırlar” kabilinden yapılarak devekuşu misali bilim adamları yaratıldı. Buna çoğu kere sistem de çanak tuttu. Bu maksatla oluşan kurullarda akıl hocaları hep bu devekuşlarından çıktı.

Peki, hiç mi iyi şeyler olmadı? Elbette oldu ama sistematik değil. Oldu ama, büyük bir bölümü kendini, gönlünü, işine, ülkesine adayan ve mümkün olduğunca güncel tartışmalardan uzak durarak çalışanlar sayesinde oldu. Sadece eğitimde değil, Türkiye’nin gelişme aşamalarının her noktasında böyle oldu. Yoksa nasıl çıkardı bir Aziz Sancar bu sistemden. Sistemin öngördüğü tipler değil, “imalat hatası” diye nitelenenler devreye girdikçe gelişme gösterebildi ülkem. Onlar fırsat buldukça, değişim, dönüşüm yaşadı Türkiyem.

Tereddîde ve terakkide de herkesin bir payı vardır muhakkak. Bunu tarih tek tek yazacak. Burada taht-i tenkide alınan hususlardan ben de berî değilim. Zira ben de onlarca öğretmenden ve öğretim üyesinden dersler aldım. Yıllarca öğrencilik ve nihayet öğreticilik yaptım. Onlarca kitap, onlarca makale yazdım. Yurtiçi ve dışında onlarca tebliğ, konferans ve konuşmalar yaptım. Eğitimin ve bürokrasinin her kademesinde olan yüzlerce öğrenci mezun ettim. Nasıl olur da kendimi uzak tutarım sorumluluktan.

Ancak benim gibi hayatı yarım asırdır eğitimin içinde geçen niceleri var ki şöyle sormaktalar: “Bunca işleri yaparken bizleri niçin kimse sorgulamadı, ne yapıyorsunuz demedi veya eğitimi daha iyi nasıl yaparız diye sormadı”. Cevap olarak “tecrübe edindiniz artık, gelecek elli yılda sorarlar inşallah” diyelim de dua niyetine geçsin. Sual eden olursa, elbette elli yıllık tecrübeyi biz de anlatırız ama şimdilik bu soru ile iktifa edelim. Fakat söz bitmedi, yazı sonuçlanmadı biraz daha sabır…

Bir kahvenin 40 yıl hatırı varsa, hayatını 50 yıl eğitimin içinde geçirmiş birinin de “su küçüğün, söz büyüğün” fehvasınca birkaç söz söylemeye hakkı vardır sanırım 2016 yılının başında.

Dünyada, “devlete mûti, iyi vatandaş” felsefesi ile başlayan kitle eğitiminin modası geçmiştir. Biz anlasak da anlamasak da geçmiştir. Modern öğretimin/eğitimin çıkmazlarını fark eden dünya yeni bir arayışın eşiğindedir. Bizler de ilköğretimden üniversiteye yeniden yapılanmak (kapılanmak değil) zorundayız. İlköğretimi değerlere dayalı, orta öğretimi pratik ihtiyaçlara dönük, üniversiteyi de ülke ve dünya gerçeklerine uygun hale getirmeliyiz.

Üniversite eğitimini mutlaka ikiye ayırmalıyız. İhtiyaçlara hizmet veren meslek ve zenaat eğitimi ile “elitist/seçkinci” eğitimi keşfetmek zorundayız. 21. yüzyılın ikinci yarısına girildiğinde dünya elitist eğitimde önemli mesafeler alacaktır. Türkiyemiz asla bundan geri kalmamalıdır. Üniversiteler buna göre kategorilere ayrılmalı ve bunun için onlara yaratıcı imkanlar sunulmalıdır. Ülke içindeki üstün yetenekliler tespit edilip eğitilirken, mutlaka bir yandan da Türkiye’ye beyin göçü teşvik edilmelidir. Öğrenci merkezli değil, doğrudan insan merkezli; iyi ve itaatkar vatandaş değil, inisiyatif alan ve başkası için yaşayan kamil insanın hedef alındığı bir dünyaya doğru koşmalıyız.

Ayrıca elitist eğitimin ailede başladığı gerçeği dikkate alınarak, aile yapılarının da buna uygun hale getirilmesi bu işin lazım-i gayr-i mufarıkıdır, vesselam.

Yorum Yaz

  1. Beyaz rahmetin yağdığı 2016 senesinin il günlerinde güzel İstanbul’umuzu ve ülkemizi bembeyaz bir örtüye büründüren Rabbimize hamd ederek siz değerli ve kıymetli hocama hürmetle selam ederim.
    Öncelikle bu dertli ve derman aryan yazınız için teşekkür ederim. Sizler gibi ülkesinin derdi ile dertlenen ve bunları dile getiren hocalarımız olduğu sürece inşallah geçte olsa güzel günler gelecektir. Önemli olan yolda olmaktır. Eğitim hayatınızın yarım asırlık bir zaman dilimini doldurduğunu söylemişsiniz. Muhtemeldir ki bu yazıdan önce senenin son gününde şöyle bir geçmişe doğru yolculuğa çıktınız ki zihninizde canlanan olaylardan kısa kısa özet geçtiniz. ne iyi ettiniz. Zamanın su gibi akıp gittiği hayatımızda neler yaptık yapabildik yada neler kaçırdık?
    Eğitim maalesef kanayan ve kangren olmuş bir sorunumuz. Hemde ülke olarak en büyük meselemiz. Politikacılarımızın bakanlıkların mümkünse 1 senesini sadece eğitim meselesine ayırıp enine boyuna güzelce ve derinlemesine tahlil edilip farklı ülkelerin eğitim sistemlerini de inceleyip nihai bir sonuca varıp ülkemiz değerlerine uygun toplumun maneviyatını maddiyatını edep ahlakını da kuşatacak derli toplu uzun menzilli bir eğitim programını hazırlasalar sanırım ülkede birçok sorun kendiliğinden çözülecektir. Böylece ülke kaynakları da gereksiz yere israf edilmeyecektir. Daha güzel yatırımlara harcanacaktır.
    En önemlisi olan ülkemizin genç nüfusu da heba edilmemiş olur. Ki ülke nüfusunun hemen hemen yarısı genç nüfus. Bu da geleceğin dünyasında söz sahibi olmamız için büyük bir kaynak. Ama malesef şimdilik sadece kelle sayısından ibaret görünüyor. İstisnalar hariç tabi kide. Sizde yazınızda belirttiğiniz gibi sistemden bazen aykırı üründe çıkabiliyor. Bunların sayısının artması dileği ile.
    Sayın hocam, Edebiyatçı Abdülkadir Akgündüz hoca var. Genç Beyin dergisinin sahibi. Bilmem tanır mısınız? Güzel seminerler veriyor. hafta sonu İdeal eğitimci nasıl olmalı isimli semineri vardı. 2 saat sürdü ama salonda 20 kişi vardı. Ki İstanbul nüfusu ile kıyaslarsak!!!
    Dergiyi size ve özellikle çocuklarınıza tavsiye ederim. dolu dolu ve faydalı bilgilerin olduğu güzel bir dergi.
    Bu derginin üniversite gençliğinin okumasını çok arzu ediyorum ama işte merak heyecan ve iştiyak lazım.
    Sanırım bu sefer yazının ucunu kaçırdım kusura bakmayın hocam. dert büyük olunca yazmadan olmuyor. Sizlerin de yazdığı gibi.
    Allah ömrünüze bereket, kaleminize kuvvet ve sizleri hakkı ile anlayacak dinleyecek öğrenciler okuyucular nasip etsin. Saygı sevgi ve hürmetlerimle hocam.

  2. Hocam kaleminize sağlık. İnşallah bu yazdıklarınızı eğitim kurumlarımızı yönetenler de okuyordur. Duygularıma tercüman olmuşsunuz. Bazı şeyler insanın zihninden gelir geçer de adını koymaz ya. Siz adını pek güzel koymuşsunuz. Selam ola.

  3. Hocam eline saglik,tek ekleyebilecegim teknoloji savasinda teknik egitime seckin egitim içinde daha çok yer verilmesi ve universite sanayi,toplum entegrasyonunun mutlaka saglanmasi.
    Allah sizlere uzun saglikli omur versin,ilminizi arttirsin.

  4. Sayın hocamızın yaptığı tespitlerin ülke eğitiminde söz sahibi olanlar tarafından bilindiğini zannediyorum.Yani aksini düşünmek istemiyorum.Ama bizim sıkıntımız teoriden pratiğe geçme sırasında başlıyor.Uygulama ve hayata geçirmede bir türlü istenilen yolu alamıyoruz

  5. Hocam bugün aklıma geldiğiniz de aklıma eskiden olmayan facebook geldi…teknoloji işte buydu…Bu yazınızı okuduğum için mutluyum…Yarım bir asırda Türkiye için Tarihin gizli kalmış her yanını araştırmanız ve bizlerle paylaşmanız diger vazgeçtiğim HTR derslerinden neden vazgeçtiğimi şimdi sizinle anlıyorum…Sizin buğün bizlere öğretme gayretinde olduğunuz Tarih, öğrenim süremiz boyunca aklımıza kazınmalıydı hocam..Saygılarımla….

  6. Sevgili Zekeriya,

    Eşim de bu konularda sıkça yazdığı için eğitim konusunun derin bir yara olduğunun farkındayız. Ancak güzel tavsiyelerini dinleyecek, bunu icraata geçirecek resmi şahısları bulmak mümkün değil. Geçenlerde bizim İstanbul Aydın Üniversitesinin Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Mustafa Aydın’ın düzenlediği “Avrasya Eğitim Sempozyumunda” Ankara’dan gelen bir şahıs 2002’de 1,5 milyon üniversitesi vardı, şimdi altı milyon dedi. Aynı sürede akademisyen ancak % 50 artmış. Ayrıca onların kalitesi de ayrı sorun. Yani iktidar için rakamlar önemli.

Blog

Kategoriler