Yükleniyor

Blog

Kitabın Kaderi: Arif Hikmet Bey Kütüphanesinden Üniversiteye

04.02.2017

Eşyanın kaderi var mıdır? Varsın ehl-i Kelam tartışsın ve fakat ben kitapların bir kaderinin olduğuna kâniim. Tabii müellifin zihninde tebellür edip, söze ve yazıya dökülmesi aşamasına kadar ayrı bir kaderi; yazıya dökülmesinden sonra da ayrı bir kaderi olduğu muhakkak. Düşünsenize hiç kıyamadığınız o güzelim fikirleriniz ve düşünceleriniz, bir kalıba girince ilk işkenceye, ciltçinin eline geçince de ikinci işkenceye maruz kalır. Ama sabırlıdır, mütehammildir, zira o bir mahbûb, bir mahbûbedir okuyucusunun gönlünde ve en güzel şekliyle karşısına çıkmalıdır.

Bu aşk tek taraflı değildir. Okuyucu ve hele kütüphane oluşturma sevdası bir başkadır. Bir kitap haberini aldı mı her şeyi unutur erbabı. Varını yoğunu seferber eder, -eskiden- diyar değiştirir, meşakkat çeker ona ulaşmak için. Sevdanın en son noktası da uğruna pek çok şey feda edilen kitaplara saraylar, kaşaneler kurmaktır emeli sevgilisinin. Gözü gibi kıymetli bildiği, kalbi gibi temiz sakladığı kitaplar için herkes kendi kudretince kasırlar yapar. Kimi evinin en güzel mekanını, kimi işyerini kimi de müstakil bir binayı saraya dönüştürür. Artık kitap sevdalılarının buluşma noktasıdır bu mekanlar. Eğer bir taraftan dolu- boran, yalan-dolan, yasak-masak gelmez ise keyfine diyecek yoktur bu mekanın ve müdavimlerinin.

Ama hep böyle mi olur? Yaşanmışlıklara bakarsak hayır, asla. Nedense farklı yönden esen bir rüzgar, bir kasırga veya en ufak bir değişim olunca ilk akla gelen yerler o nadide eserlerin mekanlarıdır. Yıkılır, dönüştürülür, kitaplar da haraç-mezat satılır ya da “ne de olsa içindeki fikirler insanoğlu içindir” diyerek yağmalatılır. Hele ölmeye görsün bir kitap sevdalısı, kıyameti hemen o gün kopar. İşte böyle bir hikayeden söz edeceğim sizlere, sonra da ilaveler yapacağım elbette, “sivri sinek saz” kabilinden kitapların kaderine.

Şeyhülislam Arif Hikmet Bey (1786-1859) yemez içmez, kitap biriktirir. Bir hedefi vardır. Ahir ömründe bu kitapları Medine’ye taşımak ve orada kitapları ile hitam-i ömr etmektir.  Nitekim o tarihlerde Sultan Abdülmecid’in de Medine’de büyük bir imar ve Mescid-i Nebevi’de genişletme faaliyetleri vardır. İşte bu sıralarda Arif Hikmet Bey de Mescid-i Nebevi’nın hemen yakınında bir kütüphane inşa ettirir. Kitaplarını buraya naklettirir. Bununla yetinmez kütüphane hizmeti vs. için de malından mülkünden bir de vakıf kurar. Ömrü vefa etmez kitapları ile buluşmaya ve İstanbul’da vefat eder Arif Hikmet Bey. İşin bu tarafı bilinen bir şey, çok yazıldı, çizildi. Ama yazılmayan ve kitaplarının kurduğu kütüphanesinin kaderini tayin eden başka bir kıssayı hatırlatacağım burada.

Şeyhülislam Arif Hikmet Bey’in vakfı üstlenir kütüphaneyi. Ne de olsa Medine de bir Osmanlı toprağıdır. Vakfiyeye göre Türklerden görevliler seçilir ve birbiri ardına hizmet sunarlar. Ama zaman da durmaz akar. Kim bilir ilk darbeyi Evkaf Nezareti kurulunca mı alır, yoksa daha sonraki boranlarda ve hele Cumhuriyeti finanse etmek için bu nezaretin ilga edilerek genel müdürlüğe tahvilinde mi bilemem. Ama olan olur ve aksaklıklar başlar. Bir Osmanlı vakfıdır ve akarları da Osmanlı topraklarındadır ama Osmanlı ile birlikte bazı akarlar da gitmiştir. Arkasından Yeni Cumhuriyet de bir süre tahammül eder bu kütüphanenin masraflarına. Artık 1930lardan sonra ortada yeni bir devlet vardır: Suudi Arabistan. Kütüphane de iki devletin arasında kalmıştır. Böyle başlar hikayemiz.

Vakıflar Genel Müdürlüğü 11 Nisan 1942 tarihinde bir karar alarak (146/51) Beyoğlu Arif Hikmet vakfını mazbut vakıflar arasına alır ve o zaman bu vakfın Medine’deki kütüphanesinden haberdar olur. Hariciye üzerinden Cidde’deki maslahatgüzar ile yazışmalar olur ve bu bilgi teyit edilir. Alınan bilgilere göre; 3/4ü yazma olan ve 20bin cilt kitabı içeren kütüphanenin “bir irfan hazinesi olmaktan” başka, yüksek değer biçilen cilt, tezhip ve ebru sanatının şaheserlerinin de olduğu bir yerdir Arif Hikmet Bey Kütüphanesi.

Tabii bu güzel itiraflar her şeyi yoluna koymaz, tam tersine var olan bazı problemleri de depreştirir. Birincisi Suudi Arabistan krallığının muhtemelen bu kütüphaneye el koyması sorunudur. İkincisi de o güne kadar orada hizmet vermiş olanların vakıftan hak ettiklerinin verilmesi meselesidir. Birinci mesele bir yana, öncelikle görevlilerin 1939 yılından 1942 yılına kadar maaşları birikmiş ve bu yüzden bunun bir an önce ödenmesi düşünülmüştür. Genel Müdürlük 6551 lira 28 kuruşluk ödeme iznini Maliye Bakanlığından istediğinde bu meblağın 1942 döviz harcama kaleminde olmadığı sürprizi ile karşılanmıştır. Bir çözüm olarak aylık 181 lira 98 kuruşluk bir tahsisatın Cidde maslahatgüzarlığı üzerinden ödenebileceği önerilmiş fakat bu önerinin akıbeti de bilinmemektedir.

Bu tartışmalar yaşanır ve bir çözüm aranırken ortaya bir sürü dedikodu yayılır. Artık bu dedikodular Cidde Maslahatgüzarlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü arasında yazışmalara konu olur. Sahifeler dolar, toplantılar yapılır; amaç kitapların kaderini belirlemektir. “Kitapları nakletmek mümkün mü, eski görevlilerin durumu ne olacak, iyi adamlar mı, hainler mi vs” gibi tahmin edeceğimiz bürokrasi masalları.

Cidde Maslahatgüzarı Kazım Hastek bey düzgün bir adamdır doğrusu. Bu iş ile ilgili hakikati “tarafsız bir şekilde” tetkik ettiğini yazar bir yazısında. “Kardeşim işin bu zaten, elbette tarafsız yazmalısın” diye çıkışmayım, belli ki bir feryadın ifadesidir bu. Zira hak talep eden yeni isimler; eski görevlileri olan müdür Harputlu İbrahim ile Hafız-i Kütüp Batumlu Fevzi arasındaki eski husumetler ortaya çıkmış, Suudi hükümetinin kütüphaneye el koyacağı yayılmış ve nihayetinde “hakikatperver” imzasıyla bir takım tezviratları içeren mektuplar yazılmıştır maslahatgüzarlığa. Bakanlık da kitapların geleceği ile değil bu dedikodular ile ilgilenmektedir.

Maslahatgüzar bir taraftan kütüphaneyi kurtarmak, diğer taraftan mağdur olanların mağduriyetin telafi etmek için raporlar yazar. Ama her nasılsa bu süreç bir türlü tamamlanamaz. Nefis kitapların artık yer değiştirmeye başladığından, Avrupalıların kütüphanelerine girdiğinden söz edilir. Bütün bunlar dedikodu gibi de olsa bir yangın yerinden gelen işaretlerdi. Takipsizlik, vurdumduymazlık ve geçmişe, tarihi mirasa karşı sorumsuzluk bu kitapların da kaderini belirleyecektir sonunda. Rivayete göre; Birinci Dünya Savaşı yıllarında zarar görmesin diye Şam’a nakledilen, sonra Vakfiyesine sadık kalarak tekrar buraya nakledilen eserler önce azalmaya başlamış, ardından Suud hükümetinin uhdesine geçmiştir. Bir süre Hac ve Evkaf Bakanlığı uhdesinde eski ismi ile hizmet vermiş olan kitap sarayı daha sonra yıkılacak ve kalan kitaplar da Kral Abdülaziz (Medine’de) Kütüphanesine nakledilecektir. Bu kütüphanenin son Türk müdürü de merhum Ali Ülvi Kurucudur.

Eh, bizim yazılara aşina olanlar bu hikayenin benim hatıralarıma da ulaşacağını bilirler. Kitapların kaderi, insanlarınki gibi yüce yaratanın yed-i kudretinde değil, “acûl” ve tevahhuşe meyilli insanın elinde olunca aynı oyunlar ve replikler hep tekrarlanır dünya sahnesinde.

Biraz da bizim cenahı hatırlayalım. Biz zamanlar astığı astık, kestiği kestik ama Zekeriyaköy sakinlerinden olan bir Üniversite rektörünün, hocaların kitaplarını odalarından çıkartıp yağmalattığını duyduğumuzda kulaklarımıza inanamadık. Hayıflandık, ayıpladık ama bir şey de yapamadık. Ne de olsa mülkiye, askeriye ve bilumum güce sırtını dayamıştı ve sadece kitapların işine değil, hocaların da işine son verebiliyordu.

Bu devirler atlatıldı. Yeni insanlar, yeni yüzler ortaya çıktı. Yüzümüz güldü. Ama heyhat bu sevinç de uzun uzun sürmedi. Onların da kitap karşısındaki tavrı –farklı metotlarla da olsa- aynı idi. Çalıştığım fakültedeki muhteşem kütüphanemiz, güler yüzlü, pek çok umutlar ile tayin edilen görevliler eliyle -yer açma bahanesi, dijitalleştirme güzellemesi ile- yağmalattırıldı. (Bu hikayeyi daha önce yazmıştım).

Yine bir şey yapamadık. Peki sonraki hüküm malum. Başkasının kitaplarının yağmasına seyirci kalırsan bir gün sıra sana da gelir elbet dedi kader. 31 yıl çalıştığım ve bir kitap sarayına çevirdiğim, yüzlerce öğrencinin istifade ettiği, onlarca tezin üretildiği odamdan Üniversite değiştirme maksadıyla ayrıldığımda, -adet üzere- kitaplarımın bir süre misafir edilmesini ilgililerden istemiştim. Geçmişin hatırına ses çıkarmadılar önce, sonra homurdanmalar başladı. Telefonlar açıldı, haberler gönderildi. Olmadı, başlangıçta planladığım ve taahhüt ettiğim tarih gelmeden resmi bir tebligat yapılarak (yaklaşık 5000 cilt olan) kitaplarımın (yazıda, odadaki eşyalar deniliyor ama bir hocanın odasında başka ne olabilir ki) kapının kırılıp koridora atılacağı tehdidinde bulunuldu, hayatlarını tarihten, edebiyattan kazanan en yetkili makamlar tarafından. Ne mi oldu? Elbette kurtardım şimdilik kitaplarımı ama kitap bu, kaderi nedir bilinmez. Siz, siz olun kitaplarınıza sahip çıkın.

Yorum Yaz

  1. Nedense bu son yıllarda; Profesör, Üniversite, kampüs, kelimeleri bana hiçte kitap, araştırma, kütüphane kavramlarını çağrıştırmıyor…

  2. OFFF Hocam yaaa nedir bu kitap düşmanlığı böyle. İnsafsızlık kadir kıymet bilmezlik.
    Ki hele bir emanete hıyanetlik. Gözü gibi korunması gereken emanet. Hele ki bu bir de kitap…
    tarihteki kitap yakmaları kütüphane yakmaları anlamaya çalışıyordum.
    Lakin günümüzde hâlâ bu tip vakıaların oluyor olması beni çok derinden üzüyor.
    Hocam çok geçmiş olsun.
    Yazıyı okurken içimden hocanın odayı mı bastılar diyecem ama bu kadar sakin bir hikaye ile başlanmaz dedim.
    Tabii son paragrafa gelince nefesim kesildi. Allah tan kurtarmışsınız. Şükür.
    Yoksa kahrımdan ölürdüm.
    VİCDAN nerde kaldı….

  3. Arif hikmet vakfının vakıflarda olmayan vakfiyesi hala bende.dedemin kardeşi ali bey őlur ölmez kanaatle el koyuvermişler vakfa.ahh ahh.şeyhülislamın mallarını kumarhanecilere kiraya vermişler..bedduası ağırdır vvakıfların.

    • Merhaba,
      İlginize teşekkürler. Konu ile ilgili bazı çalışmalar yapılmıştı. Farklı bir vakfiye ise yayımlamalısınız. Ya da yayımlayacak birileri ile paylaşmalısınız. Zira sizden sonra kıymetini de bilen çıkmaz ise temelli yok olacaktır.

      • Fotokopisini vakıflara(Ankara genel mudurlugune) verdim.giriş sayfasını ve son sayfanın fotoğraf ini göndermeye çalışacağım.

  4. Çok hazin bir yazı hocam içim burkuldu Arif Hikmet Beyin kütüphanesinin akıbetine..Bilim üreten yazan çizenler böyle olursa bu camianin dişındakilerden fazlasını beklemek beyhude .. ellerinize sağlık sayın hocam….kitabın kıymetini bilenlerin çoğalması dilegiyle….

  5. Sayın Hocam,
    Ben aslen Kütahya Gedizli olup, AZMİ BEG GEDUSİ nin bugünkü torunlarındanım, uzun zamandır, onunla ilgili ve ailemle ilgili amatörce araştırma yapıyorum, Osmanlı imparatorluğu döneminde AZMİZADE kayıtlı ailedenim. Arif Hikmet Bey kütüphanesi kayıtlarında Divan-ı Azmi ismiyle 811/44 kayıt nolu ve 02873 sıra nolu AK ADALI HATİM EFENDİ yazar isimli bir eser ismini okudum, bu esere ulaşma şansım varmı yardımcı olurmusunuz, ayrıca Kitabın Kaderi: Arif Hikmet Bey Kütüphanesinden Üniversiteyeadlı yazınız için çok teşekkürler, malesef bir çok yerde yeni yeni düzenlemeler mevcut. saygı ve sevgilerimle 19/11/2019 mehmet sadık bozbey

Blog

Kategoriler