25-28 Kasım 2013 tarihleri arasında Körfez’in küçük ama kendini geliştirmek isteyen ülkesi Kuveyt’te önemli bir toplantı yapıldı. Kuveyt Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarafından düzenlenen “The East in the Eyes of the West” başlıklı sempozyumda Oryantalizm meselesi masaya yatırıldı. Genelde Arap ülkelerinde rastlanmayan iyi bir organizasyonla düzenlenen sempozyum bir çok ülkeden uzmanların katılımı ile iki dilli olarak yapıldı. Tebliğ ve tartışmalar İngilizce ve Arapça idi. Mısır, Kuveyt, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Tunus, Cezayir gibi Arap ülkelerinin yanı sıra klasik oryantalizme kısmen mesafeli durarak yeni Oryantalizmi benimseyen Hollanda, Almanya, ABD, Rusya, Ukrayna, Bulgaristan, Gürcistan ve Yunanistan’dan uzmanlar katıldı.
Açılış konuşmacısı olduğum sempozyum şu başlıklar altında icra edildi:
Yirmiden fazla tebliğin tartışıldığı sempozyumda Oryantalizm ve Oryantalistlerin Doğu’ya bakışları ele alındı. Ancak başlıklardan da anlaşılacağı üzere düzenleyicileri Doğu’yu oldukça dar bir çerçevede, sadece Arap dünyası ekseninde anlamaya çalıştı. Konuşmacılar ise genelde meseleye üç zaviyeden bakma ihtiyacı duydular. Birinci grup (daha ziyade Arap katılımcılar) meseleye belirtilen başlıklar ile bakarak Oryantalizm ve Araplara vurgu yapmaya çalıştılar. İkinci grup (genellikle Batı üniversitelerinden katılanlar) soruna Oryantalizm ve İslam bağlamında bakarak klasik oryantalizmi kısmen eleştirerek kısmen de esas alarak Batı’da bugünkü İslam algısını sunmaya çalıştılar. Üçüncü ve ilginç olan grup ise Rusya ve Yunanistan’dan gelen katılımcılardı. S. Petersburg Üniversitesi Yakındoğu Tarihi Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. İgor V. Gerasimov‘un ifadeleri oldukça ilginçti. O, Rusya’yı kastederek; aslında arada kaldıklarını, bazen Batılı mı yoksa Doğulu mu olduklarına karar veremediklerini, hatta kendilerini Doğu’ya yakın hissettiklerini samimiyetle söyledi. Bu görüşe daha da hararetle katılan Atina Üniversitesi’nden Dr. İrene Kamberidou ise duygusal bir şekilde, ABD’de yetişmesine rağmen bir Yunan olarak kendisini Doğu’ya daha yakın hissettiğini itiraf etti. Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’dan gelen katılımcılar şaşırtacak derecede iyi bir seviyede Arapçaya hakimdiler. Hemen hepsi Sovyetler birliği zamanında yetişmişti ve bu seviye muhakkak ki eski Sovyetleri temsil ediyordu. Onlar da yeni neslin yetersizliğinden şikayet ediyorlardı. İşin ilginç tarafı Batı dillerine hakkıyla da vukufları yoktu. Doğu’ya ait bilgilerinin tamamını neredeyse Ruslardan ve Arapça kaynaklardan edinmişlerdi. Bu yüzden Doğu’yu Doğulu gibi anlamaya çalışıyorlardı. Acaba bu durum bireysel olarak bütün oryantalistlerdeki sorun değil midir? Tarih boyunca isim yapmış pek çok oryantalist de kendisini fikren ve kültürel olarak Doğu’ya ait hissetmiyor muydu? Evet demek istiyorum ancak hala Batı Avrupalıların yaklaşımlarında ince bir dikkatle sezilecek olan Doğu’ya üsttenbakma eğilimleri belli belirsiz görünüyordu.
Uzun uzun yapılan tartışmalardan sarf-ı nazarla gözlemlerimi paylaşmaya devam edeceğim. Hemen her biri ayrı bir kültürden gelmesine rağmen, aynı kültür dünyası üzerinde çalışmalarından dolayı kimse kendisini üç gün boyunca öteki olarak hissetmedi. Herkes birbirinin tamamlayıcısı oldu. Arap katılımcılar ve tabii ki ben karşı safta olmamıza yani Doğu’yu temsil etmemize rağmen oradaki oryantalistlerin fikirlerinden rahatsız olmadık. Zaten onlar da kendilerini klasik oryantalizmin uzağında göstermekte ve hatta son yıllarda oryantalizm kavramını kullanmak yerine İslamolog, Arabolog, Türkolog olarak tanımlanmayı yeğlemektedirler.
İlk konuşmacı olmanın avantajını kullanarak gerçekte Oryantalizmin bir Batı şehri olan İstanbul’un Doğuluların eline geçmesi ile başladığını ve ortaya çıkış sürecinde tabii olarak doğu bilimcilerinin önyargılar ile işe başladığını ifade eden ve biraz da ajitasyon amaçlı olan sözlerim salonda etkili oldu ve beklediğim gibi iyi bir tartışma konusu oluşturdu. Başlangıçta Doğu’yu kısmen teolojik anlamda İslam’a ve kısmen Arap dünyasına hasredenler daha sonraki bütün oturumlarda ve neredeyse tebliğlerinde Osmanlı asırlarına vurgu yapmak ihtiyacı duydular. Zaten katılımcılar başlıklarıyla olmasa bile tebliğlerinin içerikleriyle Oryantalistlerin Osmanlı dönemi gözlemlerine, Osmanlı sosyal hayatına bakışlarına, Osmanlı kadınını ele alışlarına ayırarak sempozyumun konusunu Oryantalizm ve Osmanlılara tebdil etmişlerdir. Sözgelimi İrene Kamberidou, “Avrupalı Kadın Seyyahlar Gözünde Doğu” başlıklı ilginç tebliğinde, daha fazla olmasına rağmen 240 batılı kadının gözlemlerine başvurabildiğini söyledi ve bu kadınların nerede ise tamamının Osmanlı topraklarında yaşayan veya seyahat eden kadınlar olması dikkat çekiciydi.
Sempozyumun sonuç bildirgesinde, Oryantalizmin toptan reddinin mümkün olamayacağı ancak Doğu’nun da Batı’yı anlamak için daha fazla gayret göstermesi gerektiği konusunda bir mutabakat sağlandı. Düzenleyici kurum yani Kuveyt Üniversitesi bu ifadeler ile kendi mesajlarını da verdi. Dış dünyaya oldukça açık olan Kuveyt çok kültürlü bir toplum yaratma arayışında. Bunu yaparken de fiilen yaşadıkları ama fikren de yakınlaşmak istedikleri Batı ile olumlu köprüleri en iyi bildikleri konu üzerinden kurmak istemektedirler. Tabii ki bunu da Batı’ya kedilerini kabul ettirerek yapabileceklerine inanmaktadırlar. Kendileri Batı’yı anlamaya hazır olduklarını ilan etmektedirler ancak Batı Doğu’yu kabul etmeye ne kadar hazır?
Cevabı mı?
Leiden Üniversitesi’nde İslamolog olan Prof. Dr. Maurits S. Berger oldukça ses getiren tebliğinde gerçekte bir şeyin ne olduğu değil nasıl algılandığını, imajın hakikatten daha büyük olduğunu söyledikten sonra sözü Türkiye’nin AB macerasına getirerek bir Batılıdan yaptığı alıntı ile devam etti: “Türkiye AB’ye alınırsa Batı, Viyana’da kazandıklarının tamamını kaybeder…”
Yorum Yaz