Herkesin içinde bir Lastik Said vardır. Yaşadıklarımız, gördüklerimiz ve duyduklarımız karşısında lastik gibi gerilir, gerilir sonra geriye teper, kendimize zarar veririz. Lastik Said gibi usta olanlar ise gerildikçe işi hicve döker, hem rahatlar hem de aleme ayar verir.
Lastik Said dedimse öyle hafife almayın. Devlet-i Aliye’nin pek çok dairesinde hizmet görmüş, kitaplar telif etmiş, gazetecilik yapmış, ikbal görmüş, dili belâsı sürgün yemiş meşhur Kemal Paşazade Said’ten (1848-1921) bahsediyorum (Hayat hikayesini hem İslam Ansiklopedisi’nde ve hem de bir makalede Mehmet Ali Beyhan yazmış. Merak edenler okusun). Burada onun bir hikayesinden, daha doğrusu koleksiyonumdaki bir kitabından (Kemal Paşazade Said, Teşhir-i İzmihlal, Dersaadet 1326, 30 s.) bahsedeceğim. Tabii bu hikayeyi ben de bugün için değil, tıpkı onun yaptığı gibi yıllar sonrası için yazacağım. Ama metodoloji öğrencilerim beni affetsinler, biraz hoşluk olsun diye git-geller yapacağım, yani onların yapmalarını istemediğim anakronizme düşeceğim.
Lastik Said ile birlikte Osmanlı’daki KPSS sisteminden söz edeceğim. Ne o, tuhaf mı buldunuz. Hemen de dikkat kesildiniz. Kimin canı yanmadı ki bu meretten. Öyleyse beraber yazalım.
Osmanlı’da her şey ehline verilir, liyakate bakılır, kayırmacılık yapılmaz deriz ya. Billahi doğrudur bir zaman için. Devletin zirvede olduğu bir tarihte İstanbul’u ziyaret eden Hollanda asıllı Avusturya imparatorluğu elçisi Busbec buna şahittir ve hatta kralına da tavsiye eder, der ki: “vallahi güçlenmek istiyorsak, Osmanlı gibi işi ehline vermeliyiz”. Ne gariptir ki, aynı dönemde Kanuni’ye uzun zaman vezirlik yapmış olan Lütfü Paşa ise “artık işler çığırından çıktı, işler ehline verilmiyor” diyerek kûşe-i uzlete çekilir. Tarihin cilvesi veya zirvenin sarhoşluğu diyelim fazla uzatmayalım, anlayan anlar.
Nitekim, Tanzimat fermanı yazılacağı zaman (1839) “150 yıldır işimiz ters gidiyor” denilerek Lütfü Paşa merhumun ruhu yad edilmiştir. Ondan sonra her şeye bir düzen vermek sevdasına düşüldü, ama ille de devlet memurluğuna çeki düzen verilmek istendi. Önce aklı başında iyi memurlar seçildi, bu yetmedi bir de onlara işe başlarken yemin ettirildi, Kur’an’a el bastırıldı. Adam gibi iş yapacaklarına dair sözler alındı. Ama zamanla işler yeniden çığırından çıktı. Aslında bu süre içinde “işini bilen memurlar” çoğaldı, fakat nedense devlet de işlemez hale geldi.
Sultan II. Abdülhamid, Tanzimat geleneğine sadık kaldı. Gayretle yenilikler yaptı, okullar açtı hem de türlü türlü iyi memur yetişsin diye. Ama sonunda istenen sonuç alınmamış olmalı ki, Osmanlı KPSS’si de icat edildi.
“İşini bilen herkes”te bir memleket sevdası başlamıştı. -Tıpkı bugün gibi- memur olup, memlekete hizmet aşkı arzdan evc-i asmâna yükseldi. Paşazadeler, beyzadeler, nerede ise şehzadeler (!) bile sıraya girdi. Bunca iyiler arasında elbette tercih zorlaştı ve mecburen benim Osmanlı KPSS’si dediğim, Osmanlıların “İntihab-i Me’mûrin Komisyonu” (Memurları Seçme Komisyonu) dedikleri şey icat edildi.
Lastik Said, II. Abdülhamid’in nimetlerini yiyenlerden idi. Tabii olarak ona da iş düştü. Eski “Şuray-i Devlet, Bidayet Mahkemesi Reisi” yani idari davalara bakan bir mahkemenin başkanı sıfatıyla bu önemli ve hayati komisyonun üyesi seçildi. Hem de memur seçerken, “hatır ve gönüle bakmamak üzere” yemin ettirilerek.
Aman Allah’ım Lastik Said memur seçecek… Ne yapsın, bunca nimetlerden sonra emre imtisalen görevi kabul edip, Komisyon’daki işine başladı. Başladı ama içi rahat değil, ve hayli de şaşkın. Gördüklerini söylemeye cesaret ister. Söylemese nerede kaldı Lastik Said olmak. Bir cesaretle, bir gayretle alır kalemi eline ve tam on yıl sonra neşredeceği bir arîzayı, (alttan yukarıya yazılan genişçe arzuhâl) kaleme alarak, hayalinde dönemin sadrazamına, siz deyin başbakanına sunar. Hatta hızını alamaz sadece nesir değil, bir de manzum olarak derdini anlatır. Belli ki yazarken çok eğlenir, okuyanlar da eğlensin ister ve o eşsiz muhteşem eser(cik) ortaya çıkar. Vallahi bu işler ile ilgilenenler için birkaç tebliğe konu olacak güzellikte bir metin. Ama benim gibi sahaftan alırsanız içini iyi kontrol edin, eksik çıkmasın. (Neyse ki sağ olsun Ali Okumuş imdadıma yetişti, dijital kopyasını bulup gönderdi.)
Sadede gelelim. Lastik Said, o günleri ve dahi işini çok güzel tasvir ediyor da bugünleri nasıl bilmiş diye geçiriyor insan içinden. Ama tövbe, sümme haşa, “gaipten haber vermek” hiçbir kulun harcı değil; lakin, acaba şu meş’um “tarih tekerrürdür” safsatası mı gerçekleşiyor ne? Üstüme iyilik sağlık, uzaklaşmak lazım bu efkâr-i fasideden.
Ben değil, Lastik Said anlatsın birlikte dinleyelim. Ama şunu hatırlatalım. Said Bey, şu yemin meselesini bir şekilde halletmişe benziyor. Hatır, gönül sahibi insanlar Allah gibi mağfiret sahibi değiller. Bu yüzden yemini bozup, tövbe istiğfar ve bir kefaret ile geçiştirerek, gene de onların dediğini yapma konusunda Sadrazam’dan izin ister işin başında.
Diğer taraftan zaten Komisyondan memur seçimini “hatır ve gönüle bakmadan liyakatı esas alarak” yapmaları istenir ama, bu konuda ciddi bir talimatname de verilmeyerek aslında yukarıdaki izin de verilmiş olur. Bu yüzden “model memur” kimdir, sorusunu sorarak işe başlayan Lastik Said, yelkenleri tehlikeli denizlere açar. Mesela bu komisyonun başkanı vs. memur modeli olabilir mi?
Komisyon aslında alemlere şenlik. Başkanı boş söz üreten Ebullaklaka Said Paşa (Hariciye Nazırlığı yapmış, Diyarbakırlı Kürt Said diye bilinir), ki “eline bir şakşaka verin, akşama kadar şakşakazenlik etsin”. Başkan yardımcısı ise Artin Paşa. Devletin rahat idaresi için (!) Şark-i Rumeli’yi kaptıran adam. Boynuna bir davul asıp, paşaya da tokmak vererek, “biri çalar, diğer, oynar” ise her şey yoluna girecek diyor –sessizce- Lastik Said ve dayanamayıp devam ediyor:
Devleti hüsn-i idâre ise maksûd u murad
Ana pek mani imiş kesret-i emsâr ve bilad
Etti Şark-i Rumeli gailesinden azâd
Memleketi küçülterek, sorunları azaltmak bir marifet gibi görüldüğüne göre, bu şahısların model memur olarak alınması gerekir diyor Lastik Said, hicvini derinleştirerek. Nasıl olsa yazıyı yayımlamayacak ya içinden geleni yazıyor. Ama geçmişte devlete hakkıyla hizmet etmiş bir çok insanın da neden model olamayacağını bir bir ele alarak anlatan Said Bey, adeta zaman tünelini kullanarak bugünlere geliyor. Hemen heveslenmeyin, bugünden kimsenin ismini vermiyor.
Mülkiye’de hizmet etmesi bir gelişme alameti olan Namık Kemal gibilerini komisyon üyeleri, değil seçmek, gece rüyada görseler, sabah kalktıklarında tövbe etmeleri gerekir diyerek hicvine tavan yaptırıyor adamımız. Eskiden iyi olan ama şimdi örnek alınması tehlikeli isimleri tek tek sayan Said Bey, Ziya Paşa ve Turhan Paşalar gibi nazik ve terbiyeli adamları da yabancı devletler tarafından sevilmediklerinden numune memur defterine kayıtları mümkün değildir diyerek işi yokuşa sürüyor. Bir kere yemini bozmaya ahdetmiş ya adeta ne olacak “hatır- gönül” işi olsun diyor.
Komisyona uygun model memuru tanımlamaya geçince, servetine servet katan Necip Melhame Paşa’yı, Mahmud Celal’i uygun gören Lastik Said, hicvi değil iyice ipin ucunu kaçırıyor. Aralara bazılarının hasletleri ve bazı siyasi hadiseleri de serpiştirerek, işini ne denli ciddiye aldığını da gösteriyor. Sadrazama da ayar vermek için, “olmadı, örnek bulamadık, senin bakanları imtihan ederek örnek memur seçeriz” diye tehdit ediyor.
Bütün bunları ben söylemedim, bugün ile de ilgisi yok, sadece Osmanlı KPSS’sinin bir üyesi kendi devrini anlatıyor. Adam bir türlü hızını alamamış olmalı ki Sadrazam’a bir de kafiye ile sesleniyor. Artık “el uhdetu ale’r-râvî” diyerek ben aradan çekileyim. Siz Kemal Paşazade Said ile hasbihale devam edin.
Dâireler dâire-i irtikâb
Tâlib-i mansıb gezinir bâb bâb
Boğdu bizi tavsiye-i intisap
Ver bize ey Âsaf-i zî-şân cevap
Böyle mi memur edelim intihap
İffet ve kudret sözü efsane hep
Rağbetimiz câhil ve nâdâna hep
Boşta kalan müflis, divane hep
Söyle bize söyle fehâmetmeâb
Böyle mi memur edelim intihap
Der birisi bende-i Lütfü Ağa
Diğeri de çâker-i Rif’at Paşa
Ey koca devlet yine sen çok yaşa
Sormayacak mı bize Mevlâ hesap
Böyle mi memur edelim intihap
Hazret-i mahdûm-i Sadaret-penâh
Yani o Cavid-i bilâ destgâh
Söktürerek ettiriyor halka âh
Ey peder-i pür keder-i ızdırap
Böyle mi memur edelim intihap
Câh-i riyasette Ebu’l-Laklaka
Destine layık koca bir şakşaka
Ördeğe benzer, ediyor vakvaka
Eyle bu serden bizi de behre-yâb
Böyle mi memur edelim intihap
Oldu nişanlar çocuk âyinesi
Kande nişan ü kıymet dirînesi
Hergelenin dopdoludur sinesi
Takmaktan eylerken ecânib hicâb
Böyle mi memur edelim intihap
Pek çoğu zahirde taassub-güzîn
Halbuki bî-behre-i iman ü din
Yok bu ahaliye zahîr u muîn
Ey koca derya-dil-i feyz-i iktisap
Böyle mi memur edelim intihap
Dairelerde doludur bu’l fodûl
Ma-sadak tam zulûm ve cuhûl
Devletin ahvaline hayran ukûl
Göster â devvar bize re’y u sevâb
Böyle mi memur edelim intihap
Cümle Müslüman süferâ yek- ayar
Ancak iki Rum’da var iktidar
Ak sakalınla utan ey ihtiyar
Eylemiyor mu sana vicdan i’tâb
Böyle mi memur edelim intihap
Âh maarifteki bu Andreas
Milleti tahrip ediyor ez-esâs
Şaşkına döndü bu cehaletle nâs
Hep dükâdan çıkmakta ehl-i şebâb
Böyle mi memur edelim intihap
Melhame Paşa ile Mahmud Celal
Oldu iki vasıta-i cem’-i mâl
Verdiğini etmiyor alem helâl
Pek mi uzaktır şafak-ı inkılâp
Böyle mi memur edelim intihap
Bey, Paşa’da kalmadı hiç terbiyet
Hazret-i casus en a’lâ sıfat
Yaklaşıyor dâhiye-i akîbet
Kangreni gösteriyor iltihap
Böyle mi memur edelim intihap
Zam ne demek para eğer yok ise
Borç ödenir akçe eğer çok ise
Bin açı var ger birisi tok ise
Ey vükelâ ma-ya’nihi hoş-habâb
Böyle mi memur edelim intihap
Evet, haklısınız. Teşekkürler.
Merhaba hocam,
Ufak bir zühul eseri olarak Busbecq’in İspanyol olduğu yazılmış. Hazretin Hollanda asıllı ve Avusturya İmparatorluğunu temsilen Osmanlı mülküne geldiğini biliyoruz.
Saygı ve selamlar