Aklıma düştü birden desem yanlış olur. Aslında her zaman aklımda. Size de sorayım. Milli Mücadele olmasaydı ne olurdu?
Yıllardır ezberlediğimiz nakaratlar olurdu diye düşündüğünüzü hisseder gibiyim. Sadece dil kemiksiz değildir ya akıl, fikir ve düşünce, hele iz’an da kemiksizdir. Bu yüzden elbette verilecek cevaplar da türlü türlüdür.
Ama ben sorumu bir daha sorayım. Birinci Dünya Savaşı akabinde Anadolu’da başlayan Milli Mücadele “olmasaydı” ne olurdu? Biliyorum tarih öğrencilerim “olmasaydı” ifadesine takılıp bunun bir tarih sorusu olamayacağına karar vereceklerdir. Onlar da haklıdırlar. Ama yine de kemiksiz bir soru değil mi?
1917 ortalarında dünyanın kazığı çıkmış, Büyük Savaş’ın sonu görülmüştü. Ortada ne şerefli galip ne de zelil mağlup vardı. Sadece zalimin zulmü mazlumun ahı her yeri sarmıştı. Büyük imparatorluklardan biri olan Osmanlı Devleti’nin üç kıtada kalan son toprakları kurtlara sofra olmuştu.
İstanbul bütün yaşananlara rağmen hâlâ umutlarını koruyordu. Zalimlerin de bir anlık adil olabileceklerini düşünüyor ve kendini savaş sonrasına hazırlıyordu. Ne de olsa savaşı başlatan Osmanlı değildi. Kendilerine ait olamayan bir savaş içinde yaşanan bunca acılardan sonra nefes alabileceklerini düşünen hariciyeciler masada konuşacakları meseleleri tartışıyor harıl harıl rapor hazırlıyorlardı. Yaşanan bütün vahşete rağmen “adil bir masa” etrafında konuşulacağını hayal ediyorlardı. Ama bu hayal çok uzun sürmeyecek ve maalesef hayat-memat meselesi olan gerçekle yüzleşeceklerdi.
19. yüzyıl boyunca kurtarıcı postuna bürünmüş İngiltere de savaş sonrasına hazırlanıyordu. İngiliz hariciyeciler işgal ettikleri Osmanlı topraklarını çoktan iç etmişler; Anadolu’ya sıkışan bin yıllık sakinlerine yani Türklere ne yapacaklarının hesaplarını yapmaya başlamışlardı.
İngiliz Orduları Kudüs’e doğru ilerlerken Kasım 1917 ortalarında İngiltere Siyasi İstihbarat Dairesi de geleceğin planlarını yapıyordu. Yeni çizilecek dünya haritasında eski Osmanlı coğrafyasının nasıl yerleştirileceğini yazıya döküyordu. Nihayet hazırladıkları “Türkiye’nin ve Arap Yarımadası’nın Yerleştirilmesi” başlığını taşıyan 25 sahifelik rapor son yüzyıllık mantalitenin yol haritasını daha doğrusu çirkin yüzünü gösteriyordu. Gösteriyordu diyorsam da rapor gizli damgasını taşıyordu.
Buna göre Osmanlı Devleti ve Türklere şöyle bir elbise biçiyorlardı. İsterseniz önce Osmanlı’nın işgal edilmiş toprakları hakkındaki kararlarına bakalım:
İngiliz himayesindeki Arap yarımadası, Bahreyn ve Aden hariç diğer Osmanlı Arap Vilayetlerinde (Halep, Suriye, Lübnan vs) statü yeniden düzenlenecekti. Körfezdeki mütareke şeyhliklerinin (Uman, Kuveyt, Katar, Suud ailesi vs.) İngilizler tarafından belirlenen konumları korunacaktı. Kendisini Arap Kralı olarak gören Şerif Hüseyin’in, sadece Hicaz Krallığı muhafaza edilecekti. El Cezire, Sincar ve Musul dahil İngilizlerin Mezopotamya’daki iddiaları diğer devletlere kabul ve taahhüt ettirilecekti.
Daha da önemlisi, İngiltere’nin Siyonistlere verdiği sözler baki kalmak şartıyla, Filistin’de bir Arap devleti kurulabilecekti.
Bu plandan doğan sonuçları biliyorsunuz. Ama bilmiyorsanız bugünkü Irak’a, Suriye’ye, Lübnan’a, Filistin ve İsrail’e olmadı Körfez’e bakın. Eğer iz’a’nınız kemikleşmemiş ise durumu anlamakta hiç zorlanmayacaksınız.
Bu arada Müslümanlara da bir lütufta bulunacaklardı: Hilafet korunacaktı ama dolaylı olarak İngilizlerin etkisindeki Müslüman Dünyası tarafından seçilecekti. Yani Müslümanlara kukla bir halife hediye edilecekti.
Peki ya Türklerin ve Kürtlerin yaşadıkları yerler ne olacaktı dersiniz?
İstanbul’un kaderine daha sonra karar verilecekti. Avrupa’daki Türkiye toprakları ve Anadolu birbirinden koparılacak ve Anadolu taksim edilecekti. Karadeniz ve Boğazlar Osmanlı hakimiyetinden çıkarılacaktı. On iki Adalar İtalya’nın; Kıbrıs, ise İngilizlerin sorumluluğunda kalmaya devam edecekti. Ermenistan’da (kastedilen Doğu Anadolu’daki altı vilayet) Berlin Anlaşması’nın hükümlerine göre bağımsız bir devlet oluşturulacaktı. Botan nehri, Doğu Dicle ve Hamrin dağı arasında bir Kürdistan yaratılacaktı.
Beğendiniz mi?
Beğenmeden önce bir şey daha ilave edelim. Büyük bir bölümü hayata geçen yukarıdaki plan, İngiliz Hariciyesinde bir hayalperestin raporu olmaktan çıkacak ve 1919 başında Paris’te başlayan Barış Konferansı’na taşınacaktı.
Paris Barış Konferansından altı ay sonra Milli Mücadele başlamasaydı ne olacağının cevabını şimdi siz verin.
Ama aklınıza mukayyet olun.
Yorum Yaz