Yükleniyor

Blog

Mozambik’ten Selam Getirdim

08.11.2015

Yıllarca önce ilk yurtdışı seyahatimi Libya’ya yapmıştım. Nasıl da heyecanlı idim. Belki heyecandan bindiğim uçağın (daha doğrusu teneke yığınının) ne olduğunu anlamamıştım bile. Uçaktaki servisi sorgulamak şöyle dursun, İngilizce bilmeyen Bulgar uçuş ekibinin neden Libya havayollarında çalıştığını bile dikkate değer bulmadım. Tabi ki bunların cevaplarını sonraki Libya yolculuklarımda bulmuştum. Fırsat olursa bir ara yazarım. Ardından yine bir diğer Kuzey Afrika ülkesi olan Mısır’a gittim hatta orada bir yıldan fazla yaşadım. Derken Afrika sanki alışkanlık yaptı kanımda. Mısır’da “Nil suyunu içen alışır, yeniden geri döner” diye bir deyim var ama, Nil nehri de Afrika’nın her tarafında yok ya. Ama biz varmış gibi yaparak Kuzey Afrika ülkelerini defalarca ziyaret ettik ve çok şey öğrendik. Sonra Orta ve Batı Afrika ülkelerine gittik, gezdik, gördük, gözlemler yaptık. Ama Güney’e inmek bir türlü nasip olmamıştı. Ta ki, “THY, Maputo’ya uçuyor, ilk seferde yer almak ister misin?” denilinceye kadar.

Böyle başladı bu yazının konusu ve bizim Mozambik seyahatimiz. THY Afrika’da 40’tan fazla noktaya uçuş gerçekleştiriyor. Bu faaliyet aslında önemli bir açılım olarak değerlendirilmeli. Dünyayı Afrika’ya; Afrika’yı birbirine Türkiye üzerinden bağlıyor. Bravo doğrusu. Tebrik yetmez bu başarıya. Vallahi bir yakınım yok THY’de, üstelik fiyatlardan da şikayetçiyim, ama bu kadarını France Air da yapamıyorsa şapka çıkarmak lazım. Düşünün Fransa, Afrika’da sadece 32 noktaya uçabiliyor.

Neyse sadede gelelim diyeceğim de beni Mozambik’e uçuran uçaktan bir türlü inemiyorum.

Maputo Maozambik’in başkenti, iki milyonluk bir şehir. Buraya THY direk uçuş yapacak demişlerdi, ama bileti görünce önce G. Afrika’nın ekonomik başkenti Johannesburg’a da ineceğini ve oradan Maputo’ya geçeceğini gördüm. Ne fark eder, Afrika olsun da… Zaten bugünlerde bir de Afrika Düşünce Kuruluşları ile İstanbul zirvesi projesi hazırlığındayız, iyice ısınmış oluruz.

Malazgirt uçağı.

27 Ekim’de başladı yolculuğumuz ama uçağımız İstanbul’dan 28 Ekim başladığında saat 00.50’de havalandı. Büyük bir uçak. A340 tipi bir Airbus. Gökyüzünde bir kale gibi. Adı da Malazgirt. İnşallah bir gün biz de yaparız. Her sınıfı konforlu gözüken uçağın birinci sınıf yolcusu olmak da şükre değer bir ayrıcalık elbette. Birçok ünlü hava yollarında –genelde davetli olarak- first class yolcu olarak uçmuştum, ama böylesine şahit olmadım desem abartmam. Zaten servisi ile THY Avrupa’nın birincisi imiş, öyleyse söze hacet yok.

Bu yolcuğun en can alıcı tarafı dostlarımla birlikte daha önce görmediğim bir Afrika ülkesini ziyaret etmekti. Mozambik, Afrika’da asırlarca devam eden bir Portekiz sömürgesi iken çok geç bağımsızlığa kavuşan bir ülke. Asırlarca hem kendi yurtlarında ve hem de buradan köle olarak satılarak dünyada süren kölelikten 1975 yılında kurtuldu Mozambikliler. Ama sömürgeciliğin bütün etkileri hala devam ediyor, hala bu tramvayı atamamış üstlerinden Mozambikliler.

Afrika kavimlerinden Buntu soylu olarak bilinen Mozambiklilerin ülke adının Müslüman bir denizciden Musa Bik (Bey) den geldiğine dair mütevatir rivayet buranın geçmişi ile İslam dünyası arasındaki bağları da gösteriyor. Ülke nüfusu 25 milyonun üstünde, ama dini ve etnik guruplar hakkında sağlıklı istatistik yok. Resmi kayıtlarda %17’sinin Müslüman olduğu yazılı. Ancak Müslüman nüfusun ülkedeki dağılımı oransız. Mesela başkentte az bir orana tekabül ediyor (Maputo’da 100 kadar cami ve mescit varmış) ama Kuzeyde bazı kentlerde %40’tan %70lere kadar varan bir Müslüman nüfusu var. Maputo’daki en büyük caminin (oldukça iyi tasarlanmış, Endülüs mimarisini andıran Cuma Mescidi) Pakistanlı imamına göre, ülkede Müslümanların oranı %40 imiş. Cuma günü gittiğimiz bir diğer camii olan Takva Camii ise (mağrıbî ve maşriki tarzın birleştirildiği bir cami-medrese mimarisi var) başkentte başta Hint, Pakistan olmak üzere dünyanın her tarafından Müslümanların yaşadığını gösteriyordu.

Afrika’nın profilinin ve imajının bizim dünyamızda nasıl çizildiğini bilirsiniz. Safari dünyası, vahşi hayvanlar, ilkel çıplak kabileler ve duygu sömürüsü aracı yapılan aç insanlar… Yıllardır hep söylüyoruz, Afrika bu değildir. Afrika en az bizim sahip olduğumuz kadar güzelliklere ve bizden fazla kaynaklara sahip bir coğrafya. Peki kim bizim beynimizi iğdiş ediyor? Bana göre, hala buradaki kaynakları ne Afrikalılar ne de dünya ile paylaşmak istemeyenler. Bir de hayırseverlik duygumuzdan istifade ile yanlış yola saparak bizi de saptıranlar.

Uzun ama konforlu bir yolculuktan sonra, 28 Ekim sabahı saat 10.00 civarında G. Afrika semalarında süzülen uçaktan alçalma sinyalleri alınca biz de penceremizi açarak yeri ve şehri seyretmeye başladık. Özellikle Johannesburg etrafı düzenli ve yemyeşil tarım alanları ile dolu. Her tarafının işlendiğine dair alametler var. Şehre yaklaştıkça düzenli sanayi tesisleri göze çarpıyor ve derken, gözümüzü asla yormayan bir tablo gibi mükemmel çizilmiş bir şehrin üstünde süzülüyoruz. Ne uçağımızın kanadına değdi, değecek korkusu salan çağımızın kabalık sembolü gökdelenler ve ne de “bir kat daha atarım, sonra çatımı yaparım” misali üstü şapkasız, kel binalar. Düzenli ve özenle çizilmiş çok büyük bir şehir. Adeta usta bir ressamın elinden çıkmış bir tablo gibi desem siz anlarsınız. Tabii aynı şehri bir de ışıklandırılmış halde gece gördüğümde, yeryüzünde cennetten bir numune demekten kendimi alamadığımı söylersem fazla mı olur bilmem.

Johannesburg (Yunus’un Kalesi) denize kıyısı olmayan ama dev ekonomisi olan bir şehir. Bunların limanı ise bizim asıl varacağımız yer olan Mozambik’in Maputo şehri. Buradan aynı uçağımızla 45 dakikalık bir uçuştan sonra Maputo semalarına girdik ve burada da şaşkınlık verici bir manzara ile karşılaştık. Ülke bizim aksimize yaza girmiş, semada bulut yok, hava berrak ve zaten alçak uçuyoruz. Yerdeki her şey ayan beyan ortada. Çok geniş bir sahaya yayılmış şehir. Johannesbug’un etrafında olduğu gibi ziraata elverişli ve işlendiği anlaşılan araziler. Hafif yükseltileri olan dağlar var ama safari meraklılarını heyecanlandıracak bir çöl yok. Yani etraf yemyeşil ve adeta kevser gibi akan irili ufaklı, masmavi nehir ve ırmaklar var. Buna bahar canlılığı da eklenince bir başka güzel görünüyor insana.

Bu kadar geniş bir araziye yayılan şehrin dış semtlerinde yolu olmayan pek çok yer olduğu belli ama buna rağmen çatısı olmayan hiç ev yok. İnsanlar en azından Maputo ve etrafında, çizilen imajdaki gibi kulübelerde yaşamıyor, her birisi tabiatın içinde serpiştirilmiş küçüklü büyüklü evlerde yaşıyorlar. Yanında ağaçları olmayan bir dam göremezsiniz. Bu onların becerisi mi yoksa Allah’ın lütfu mu bilemedim, ama bize sunulan lütufları nasıl yok ettiğimiz gözlerimin önüne gelince tabii olarak Maputolulara da pay çıkardım doğrusu. Allah onları sanayi çılgınlığının yanlışlarından, yüksek binalar yapma magandalığından korusun. Hep bugünkü gibi iki üç katlı ve çatılı evlerde yaşasınlar inşallah. Buradaki çatılar Johannesburg’un aksine kırmızı kiremitle değil, daha farklı ve anladığım kadarı ile beyaz saç vb. malzemeden yapılmış. Bunun sebebi muhtemelen Mart ayından itibaren başlayan mevsimde yağan yağmurlar ile alakalı, ayrıca ülkede alüminyum imalatının da yaygın olması bir etki olabilir.

Mozambik halk dansları ekibi.

THY’nın ilk seferi olduğu için öğlen saat 13.00’de indiğimiz havalimanında törenle karşılandık. Ulaştırma bakanı, konu ile ilgili bürokrasi mensupları ve Türkiye’nin 4.5 yıl önce ilk defa atadığı Büyükelçimiz. Ben zaten protokole pek sıcak bakmam, (onlar da fark etmediler zaten) onlar kurdeleyi keserken, uçağın dibine yerleştirilmiş olan Mozambik folklor ekibi ile ilgilendim. Mahalli kıyafeti sembolize eden üç dansçının arkasında dört de çalgıcı. Figürleri bazen yavaşlayan, bazen de hızlanan dansçıların arkasındaki modernleştirilmiş davul (bateri görünümünde) olmasa sizi ilk çağlara kadar götürüyor. Tamamen vurmalı çalgılardan oluşan ve oyuncuların ritmik hareketlerini yönlendiren orkestra arasında bir uyum yok gibi geldi bana. Anladığımdan değil ama muhtemelen -bir kadının çaldığı- birkaç parça tahtanın altına yerleştirilmiş ve ciğer misali, altında şişirilmiş derilere (başka bir şey de olabilir) bağlanmış otantik aleti çalan ve adeta kendinden geçen yaşlı kadının dünyası ile baterileştirilmiş davulların dünyası birbirinden ayrılmıştı. Uzun sürmedi bu gözlemlerim. Ama umarım bu konuda müzikologlar bir şeyler yapar ve bu otantik müziği de kaybolmadan keşfederler.

Oldukça mütevazı olan Havaalanından ayrılınca Maputo şehrinin, birçok Afrika ülkesinin başkentine göre daha düzenli ve temiz olduğu ilk intibalarımızda belli oldu. Nasıl bir ikametgâhımız olacak acaba diye düşünürken, bize mihmandarlık yapan THY Maputo Müdürü Alper Bey ile otelimize ulaştık.

Önemli bir sanayicimiz olan Bülent G.’nin anlattığı gibi ülkenin bağımsızlığından sonra 1978’de kaldığı baraka tipi otel yerine oldukça iyi tasarlanmış 4 yıldız ayarında Cordosa oteline vardık. Okyanusa yakın bir yerde konuşlandırılmış otel, tertemiz, düzenli ve her türlü ihtiyaçları karşılamaya uygun tasarlanmış bir yer. Odamızı aldık ve yerleştik. Akşama bir restoranda yemeğe gideceğiz. Yine endişe var. Acaba ne yiyebiliriz burada. Neyse buluşma zamanı merakımızı giderdik. Zaten şehir balık ve karidesleri ile ünlü. Deniz kenarında Büyükelçimizin davetlisi olarak böyle bir restorana gittik. İşte gerçekten Mozambikliler ile ilk buluşma burası oldu dersem yerindedir. Çok mükemmel bir mekan, iyi dizayn edilmiş, ama maalesef bütün sömürgeleştirilmiş ülke insanlarında olduğu gibi burada da insanların nasıl etkisizleştirildiklerini gördük. Çok sağlıklı görünen insanlar, basit işleri yapmakta zorlanıyorlar. Mesela grubumuzun siparişini almak uzun sürdü, siparişler hazır olunca da bir karmaşa oldu ve neyin kime ait olduğu birbirine karıştı. Buna rağmen deniz ürünleri bir harikaydı.

Med-cezirden sonra çıkan Buda heykelini alırken.

Ertesi gün 29 Ekim’de şehir turu yaptık. Şehri yakından tanımaya çıktık. Ülkede yerli diller var fakat resmi dil Portekizce. Münavebeli İngilizce konuşan iki rehberimiz var. İkisi de nazik çocuklar, şehirlerini tanıtırken espri hatta zaman zaman siyasi espriler de yapıyorlar. Hele Yolsuzluklarla Mücadele Bakanlığı’nın önünden geçerken bu esprilerin dozu da yükseliyordu. Sahil turunda koca kokonatların suyunu içtik. Okyanus akşamdan çekilmiş yani cezir halinde idi. Bir kilometre kadar çekilmişti sular, sahildeki gemi ve botlar karaya oturmuştu. Biz de deniz tabanında yürüme ve istiridye kabuğu toplama fırsatı bulduk. Benim nasibime her nerden geldi ise bir de Buda heykeli düştü.

Portekiz Kalesi

Müzeye dönüştürülmüş şehrin göbeğindeki en eski Portekiz kalesine gittik. Daha önce görkemli pek çok Portekiz kalesi görmüştüm. Onlara göre oldukça basit bir kale. Sağlam iki iç ve dış duvarlardan yapılmış takriben on metre yüksekliğinde kare bir kale. Geniş bir iç avlusu ve asker kışlası olarak kullanıldığı anlaşılan hücreleri var. İçinde Portekiz topları alelade bir şekilde sergileniyor. Oldukça eski, küçük çaplı topların yanı sıra büyük çaplı en eskisi 1843 tarihli olan toplar da var.

Rehberlerimizin “dünyanın en güzel binası” diye övündükleri klasik Portekiz mimarisinde yapılmış olan tren garını ziyaret ettik, fakat içerde restorasyon olduğu için gezemedik. Ve nihayet bir şehrin gerçek hayatını yansıtan pazara girdik. Şehrin ortasında bizim yerli semt pazarlarını andıran büyük bir Pazar yeri var. İçine girdiğinizde hayretler içinde kalıyorsunuz. Ülkemizin sebze pazarlarında (fasulye hariç) bulabileceğiniz her şey var. Bunlara ilave olarak tropikal meyve ve ağaçların ürünleri de cabası. Fiyatlar mı, oldukça makul düzeyde. Ülkede yaşanan büyük enflasyon sonrası paradan üç sıfır silinmiş. Aslında son yıllarda her yıl %7 kalkınma gösterebilmiş ve kendi parasını basabilen (Metika) ülkelerden biri Mozambik. Bunu pazarda hissediyorsunuz. Koca pazarda ses yok, bütün satıcılar istisnasız kadınlar. Bu durum Mozambik toplumunda kadının ekonomideki varlığını gösteriyor. Yüksek işsizlik oranı da varmış ama kadın istihdamına özel önem gösteriliyormuş. Aslında kadınların teşebbüs kabiliyetini Pazar dışındaki sokaklarda da görüyorsunuz. Muhtemelen tamamı bahçelerinde veya evlerinde üretilmiş ürünlerini satışa çıkaran pek çok kadın var. Hatta mütevazı otomobilinin arkasında evde pişirdiği yemekleri satanları da müşahede edebilirsiniz. Gece gündüz renkli bir şehir hülasa.

Semt Pazarı

Semt Pazarı

Cuma Mescidine yaklaştığımız saatlerde öğle ezanı açıkça okunuyordu. Müslümanlar azınlıkta olsalar bile Avrupa’daki gibi ezanı açıktan okuma yasakları yok. Camii binalar arasında sıkışmış ama mimari tarzı ile hemen kendini gösteriyor. Kendisine bitişik binalardan farkı ve dış süslemeleri ile bir Müslüman ibadethanesi olduğu belli. Maputo’nun en büyük camisi imiş. Girdiğimizde namaz başlamıştı. Caminin yaklaşık üçte biri doluydu, ama arkadan sürekli camiye girişler devam ediyordu. Geniş bir girişi var. Bir tarafında ayakkabılık, diğer tarafında abdest alma yerleri bulunuyor. Biraz yüksekte ise caminin ana mekanı var. Mihraba önem verilmiş, süslü ve güzel hatlar ile donatılmış. Minber ise adeta bir vaaz kürsüsü gibi sade ve görkemsiz. Bir gün sonra ziyaret ettiğimiz Takva mescidi dış görüntü itibarı ile farklılaşsa bile iç donanımı benzer özellikler taşımaktaydı. Orada da minber oldukça basit ve gösterişsiz idi.

Şehir Katoliklerin ağırlıkta olduğu bir yer. Yer yer kiliselere rastladık. Ama çan sesi –belki de kulağımız onda olmadığı için- duymadık. Portekizlilere karşı bağımsızlık mücadelesini sürdüren Samora Machel sosyalist, hatta marksist bir lider idi. Ülkedeki dinî hayat ile pek ilgilenmemekle birlikte, diğer sosyalist ülkelerde olduğu gibi büyük ölçekte baskılar kurmadı. Bu siyaset onun 1986 yılındaki ölümünden sonra daha da liberalleşerek devam etti. Bugün Afrika ülkeleri arasında dini barışın olduğu örnek ülkelerden biri sayılır Mozambik. Şehirde gündüz güvenlik had safhada, ancak geceleri aynı düzeyde olmadığı söylendi bizlere. Şaşırdık. Zira pek çok yerde Müslüman şehirlerin güvenli olmadığı söylenirken, Hristiyan çoğunluğun yaşadığı bir yerde gece güvenliğinin olmaması şaşırtıcı geldi bizlere. Ama işin gerçeği şu ki; asıl mesele din/ler değil.

Asıl mesele hayattan nasibini alamamış insanların çokluğu olarak gözüküyor. Yani güvenlik probleminin asıl müsebbipleri, bunu kendilerine problem edinenlerdir. Geceleri yabancılar veya zengin çocukları kaçırılıp fidye isteniyormuş dediler. Söyleyenlerin yalancısıyım. Ama bizi de etkilemedi değil. Bir de ülkede Hint kökenli zengin İsmaililer var. Onların çocukları potansiyel rehine imişler. Bu yüzden bazen Müslümanlar İsmaili zannedilerek karıştırılıyormuş. Aslında eskiden en iyi çocuk kaçırma mekanı Amerikan okulu imiş. Zengin İsmaililerin çocukları burada okuyorlarmış. Bu tehdit karşısında onlar çocuklarını bu okuldan alınca okul kapanma eşiğine gelmiş. Bütün bunlar Maputo şehir efsaneleri olarak dolaştı grubumuzun arasında. Ama bunca çikolata renkli insanların yanında bizi karıştıracak değiller ya. Bu yüzden 29 Ekim gecesi Büyük Elçiliğimizdeki Cumhuriyet Bayramı resepsiyonu akabinde geç saate kadar dışarıda kaldık.

Maputo’da şimdilik 200 kadar Türk yaşıyor. Pek çok Türk şirketi ofis açmış (Erzurum Şenkayalı, Trabzon Yomralı işadamlarına rastladım). Hatta Anadolu mutfağını tadacağınız bir de İstanbul Restoranı var. Büyükelçiliğimizde de Ticaret Müşavirliği bulunuyor. Ülkenin yatırımcılara önemli teşvikleri var. Doğal gaz bulunmuş. İmtiyazı ABD ve İtalyanlar kapmış. Şimdilik LNG terminali yokmuş. Bu yüzden satış 2019’da başlayacak. Şüphesiz bu durum ülkenin çehresini değiştirecek. Daha şimdiden pek çok iş fırsatı yaratmış durumda. Anlayacağınız gençlerimizi, cesur yatırımcılarımızı ve hatta maceraperestlerimizi bekliyor bu ülke. Tadı damağımda kaldı Mozambik gezisinin. Umarım bir kere daha nasip olur ve bu sefer özellikle ülkenin Kuzeyini görme imkanı bulurum.

Aşağıdaki fotoğrafları tıklayarak değiştirebilirsiniz.

Yorum Yaz

  1. Çok güzel bir yazı hocam Allah bu heyecanı kalbinizden eksik etmesin görev yaptığım yerde bütün öğrenciler haritadaki bütün Afrika ülkelerini bilecekler eh ne yapalım bizimde elimizden bu geliyor. Allah bizi bu coğrafyayı ve orta doğuyu gerçekten anlayan,tanıyan ve bilen insanlardan eylesin. İnanıyorum ki böyle bir durumda bütün bu coğrafya daha mutlu daha müreffeh ve daha kardeş olacak.

Blog

Kategoriler