Yaklaşık 33 yıldır kimilerine göre Ortadoğu ve Kuzey Afrika, kimilerine göre de eski Osmanlı Coğrafyası veya modern Arap dünyasında dolaşıp duruyorum. İster mesleki merak, ister gezme sevdası deyin ayağımızın değmediği, mamur, harabe diyar; ıssız sahra, çöl kalmadı sayılır. Hoş bizim gezdiğimiz tarihler ne Fırat kenarındaki kurt-kuzu hesabını yapan Hz. Ömer, ne sosyal adaletin terazisini tutturan Harun-i Reşid gibi yöneticilerin ne de şefkat ve kahrı dengeleyerek istikrarı sağlayan Osmanlı sultanlarının asırları değildi. Sokaklarında da akıl ile gönlü birleştiren Hasan-i Basrîler, “neyleyim dünyayı aşk olmayınca” diyebilen Behlül Daneler, “Hakka ve aşka yeni mana katan” Arabîler yoktu. Evliya Çelebi de dostlarıyla birlikte çoktan unutulmuştu. Yoktu, unutulmuştu ama yine de, her tarafta izlerine rastlamak mümkündü.
Son iki yüz yıldır -hele son yüzyıldır- bu coğrafyanın rahatı kaçmıştı. Daha doğrusu kaçırılmıştı. Liderleri emanet, halkı ise aidiyet duygusundan uzaklaşmış adeta “beyne’s-semai-i ve’l-arz” muallakta yaşayan bir yığına dönmüştü. Ve fakat saydıklarımızın izleri mevcuttu ve onların adını anarak veya izlerinin kırıntılarını takip ederek bu güvensiz ortamda bile güvenle gezmek mümkündü.
Bir zamanların barış yurdu Bağdat’ı, ilim irfan yuvası Bilad-i Şam’ı, Ümmü’d-dünya Kahire’yi adımlamak bugünkü gibi korkutucu değildi.
Bir zamanlar Bilad-i Şam diye bir bütün vardı, sonra parçalandı. “Bu ne biçim baş bağlamak, her gün bir yana düşer” türküsü misali, Beyrut-Lübnan bir yana, Filistin, Ürdün başka bir yana, Şam-Suriye ise öbür yana düştü ve olan oldu.
Her şeye rağmen Şam, İstanbul kadar sevimli geliyordu bana, Emevileri tenkit etsek de Emeviye Camisi, Selimiye’si, Süleymaniye’si, Muhiddin-i Arabi’si, kendileri Türk ama Arap’tan fazla Araplara hizmet eden Azmzadelerin sarayı ve Hamidiye çarşısı hep aynı rengi aynı ahengi ile insana başka bir güven veriyordu. Cebel-i Kaysun’dan Dımaşk’a bakmak; yanındakilere şiirler fısıldayanları seyretmek, çoğu Türk olan Kürd mahallesini adımlamak, sokaklarda, mahalle aralarında ucuz Fenerbahçe-Galatasaray formaları ile maç yapan çocukları seyretmek ne de anlamlı idi o günlerde.
Yabancıların rağbet ettiği Salihiye semtinde yorgunluk molası verip başka yerde tadına varamayacağınız naneli limon, ya da akşam üstü hiç tanımadığınız gençlerin dikenli incir partisine iştirak etmenin tadı unutulur mu hiç. Sabah uyandığınızda fatırıyye ve hiç pahasına karışık meyve suyu bulacağınız bilmek, Ebu Kemal’de soğan çorbasını düşlemek insana huzur veriyordu. Şam çarşılarında, ipekler, şallar, sedefçiler, kakmacılar, oymacılar sizi adeta sizden alıp ihtişam ve kaşaneler asrına taşıyordu. Renk renk değildi insanları ama, yüzlerinden ve duruşlarından her birinin kendine has dünyası olduğunu anlıyordunuz. Müslümanını, Hristiyanını, hatta belli olmasa da Yahudisini, inci satan Ermenisini; Seyyide Zeynep’te Şiisini, Suveyde’de Dürzisini, Lazkiye’de Nusayrisini, Arabını Acemini, Çerkezini vs. hülasa her cinsini görüyordunuz ama asla ürkmüyordunuz.
Dünyanın özeti idi Şam. İnsan ne Eski Busra’ya, ne Müzeyrib’e ne de Hama, Hums veya Halep’e, İdlib’e gitmek istemiyordu adeta. Fakat buraların da cemali, vefası dostluğu ve insanlığı bir başka idi. Tadı damağında bırakmak, lafı yerinde kesmek gerekiyor. Anlatırız buraları da elbette. Hele “ba’de harabi’l-Basra” bir kere daha görmek nasip olursa anlatmak müstehaptan vacip hükmüne döner. Ama durun bir iki laf daha etmek lazım hitam-i kelam kabilinden.
Ne oldu da beş yılda kan gölüne döndü bu diyarlar. Ne oldu da o tarihi eserler ve mekanlar küstü aleme; ne oldu da o gülen yüzler değişti, dost-düşman ayırt edemez hale geldi; ne oldu da aşk, sevda diyarı, geçmişte ilim irfan yatağı, kızıl deryaya dönüştü?
Vardır hepimizin bir cevabı elbet. Ama geçmişi geri getirmek mümkün olacak mı acaba?
Hoşça kalın, her nerede iseniz. Şam’da kalın Halep’te kalın.
Teşekkür ederim Ali Sacit Bey.
Güzel bir seyahatname ,teşhis ‘ve çözüm???
Bundan daha güzel, birleştirici ve insanî biçimde ifade edilemezdi. 7.5 yıldır Şam’a gidemiyoruz ama birden oraya ışınlanmış gibi oldum bu yazıyı okuyunca. Ve daha önce farkında olup unuttuğum şeyleri anımsadım. Bu yazıyı kim okusa, Şam’a gitmek istemekle kalmayacak, bu geniş ve insanıyla ve geçmişiyle zengin coğrafyaya toptan yeni bir düzen gerektiğini anlayacaktır. Yabancıların karışamayacakları iyi bir düzen.
İklil Bey,
Büyük baba(lar)nınız Şam diyarında hatıraları hala hayırla yad ediliyorsa, halkın nazarında ve gönlünde yer etmelerindendir. Sizin hatıralarınız ve gözlemleriniz elbette bizimkilerden daha canlıdır. Fakat aynı dertle dertlendiğimiz ve aynı açılardan baktığımız muhakkaktır. Bu yüzden yazıda gönül tellerimiz buluştu. Bu vesile ile size sevgilerimi sunarken, Şam’ın güçlü idarecileri Azmzadelere de rahmet diliyorum.
İmamesi kopup dağılmış tesbih gibi bu kadim coğrafya. Nasıl toparlanır ve dirilir acep. Bilgiyi hikmeti hedefimizi ve daha kötüsü ümitlerimizi yitirdik galiba. Tebrik teşekkür ve hürmetle…