Yükleniyor

Blog

Sudan İzlenimleri

15.02.2014

Sudan Kur’an-ı Kerim ve İslami Bilimler Üniversitesi’nin davetlisi olarak 18-21 Aralık 2013 tarihlerinde “İslam Tarihi ve Sudan Tarihi Örneğinde Tarih Metodolojisi” başlıklı sempozyuma bir tebliğ ile katıldım. Oldukça zengin tarihi olmasına rağmen adeta dünya tarihinden uzaklaştırılmış bir ülke olan Sudan’dan bazı izlenimlerimi sizler ile paylaşmak istiyorum.

Afrika’da yüzölçümü ve hatta nüfüs bakımından büyük ölçekli devletlerden sayılan Sudan 2011’de bölünerek içinden Güney’de kurulan bir Sudan daha çıkarıldı. Bölünme sebepleri ile ilgili söylenecek pek çok şey olmakla birlikte temelde güneyde var olan petrol kaynaklarının önemli rol oynadığı bilinmektdir. Sudan Hristiyan unsurlarının öne geçirilmesi ile kurulan Güney Sudan, tarihte resmi dili Arapça-İngilizce olan ilk Hristiyan Devlet olma özelliğini taşıyor. (Gerçi Güney Sudan’da nüfusun önemli bir bölümü de Müslüman ve Anemistler’den oluşmaktadır). Hikayenin bu kısmını bırakıp diğer gözlemlerime döneyim.

Aslında pek çok Arap ve Afrika ülkesine defalarca gitmeme rağmen Sudan’a ilk defa -biraz da davetlerindeki aşırı ısrar üzerine- gittim. İyi ki de gitmişim. Zira okumalarımız ancak re’yu’l-ayn müşahadeler ile tamamlanabilir. Sudan, Afrika’nın ağır şartlarına ve uzun zaman sömürgeye maruz kalarak zayıflatılmış olmasına rağmen oldukça mülayim ve insani yönü gelişmiş insanlardan oluşuyor.

Aslında yıllarca önce Mısır’da yaşarken pek çok Sudanlı ile tanışmış ve ülkelerine gitme arzusu duymuştum. Kısmet değilmiş. Ancak Mısır’da Nil Nehri’nin (Mübarek Nil diye anlılır ki sundukları ile gerçekten bu sıfatı hakkediyor) etrafında dolaşıp nimetlerinden istifade ederken hep kaynağını merak etmiş, hangi ülkelere bereket sunduğunu görmek istemiştim. Ancak o zamanlar sadece Mısır’ın güneyindeki Asvan’a kadar gidebilmiştim. O tarihlerde henüz tam olarak okumadığım Evliya Çelebi daha 17. yüzyılın ikinci yarısında bu merakından dolayı büyük bir macerayı göze alarak Nil’in kaynağına doğru yolculuğa çıkmıştı. Büyük bir cesareti gerektiren o tehlikeli yoculuğu Evliya Çelebi seyahatnamesinde anlatımıyla adeta bir cennet yolculuğuna dönüştürmüş, hatta bize mükkemel bir de gezi haritası da sunmuştur. Ne yazık ki o haritayı koruyamamışız ve Vatikan kütüphanesine kaptırmışız. Neyse ki Robert Dankoff ve Nuran Tezcan yakın tarihte bu haritayı bir kitap ile Türkçeye kazandırdılar.

Evliya bütün maharet ve cesaretine rağmen Nil’in kaynağına gidememiş ama Modern Sudan tarihinin dayandığı Func Sultanlığı’na kadar ulaşabilmişti. Ben ise bu sultanlığın tarihe karışmasından sonra Nil kaynağına daha yakın yerlerde kurulmuş olan Umm Derman ve İngilizler’in kurdukları Hartum şehirlerine gittim. Tarihin deriniklerine ve oradan kalan izlere bakarken geçmişte insanoğlunun mekan seçerken daha başarılı olduğu müşahade edilir. Nitekim artık birleşmiş ve hatta birbirinden nereden ayrıldıkları bile pek belli olmayan Umm Deman ile Hartum şehirlerini mukayese ettiğimizde bu durumu gözlemlemek mümkün. Üzerlerine mavi ve beyaz gelinlik giymiş iki gelinin edasıyla Nil’in buluştuğu yere yakın kurulan Umm Derman her ne kadar tarihi dokusundan arındırılmış ise de gerçekten insanı tarihe ve doğaya çekebiliyor.

Beyaz ve Mavi Nil’in buluştukları noktada durunca insan, bütün saflıkları ile akan nehirlerde adeta gelinliklerini giymiş “ya nasib” diyen iki gelinin umutlarını gözlemleyebiliyor. Etraftakilerin bütün ihtimamlarına rağmen bu iki gelinin bakışlarının derinliklerinde ailelerinin şartlarını, onları gelin etmeden ve ederken yaşadıklarını, gelecekte kendilerini ve ailelerini neyin beklediğinin kaygıları okunduğu gibi Nil kenarından bölgenin tarihini ve neredeyse geleceğini okumak mümkün. Evet kim bilir Beyaz ve Mavi Nil neler gördüler, neler yaşadılar? Etrafına yerleşen ve bir şeyler sunmadan sürekli talep eden insanlara bakma yükümlülüğünü asırlardır taşıyan Nil, bu yükün ağırlığı ile aheste akmayı adet haline getirmiş. Bütün azameti ve cömertliğine rağmen “biz neler gördük” dercesine sükûnetini muhafaza ediyor. Etrafını alıp götüren nehirlerden farklı olarak etrafındakilere huzur veriyor. Tabii zaman zaman coştuğunu da unutmamak gerekiyor. Yaşayıp içine atmak zorunda kaldıklarını gösterircesine coştuğunda bile deltalara bereket, insanlara akıl vermeyi hedefliyor.

Mavi Nil aheste bir şekilde akıyor.

Mavi Nil aheste bir şekilde akıyor.

Evliya Çelebi’nin 17. yüzyılda bugünkü Sudanlıların ataları sayılan Func Sultanlığı’nı ziyaretindeki müşahadelerinden çok farklı bulmadım Sudan’ı. Gerçi ben Evliya Çelebi’den yaklaşık üç-dörtyüz km. daha güneye gittim. Ama geleneksel toplumlarda bu mesafenin hiç bir anlamı yoktur. Binlerce kilometre uzaklıklara kadar kültürel karakterlerini ulaştırabilir ve yeni mekanlarda da hiç bir değişiklik olmadan kültürlerini yaşatabilirler. Evet, Nil üzerinde demir köprüler kurulmuş, şehirlerde binalar yükselmiş ama hala Evliya’nın bahsettiği iyilik akıyor Sudanlıların yüzünde. Tabii ki görebilene. Zira dünya bunu görmüyor olacak ki uzun zamandır ambargo altında tuıtuluyorlar.

Potansiyel olarak gelişmeye açık bir ülke olan Sudan cezanlandırıldı ve yıllardan beri dünya ile olan ilişkileri sınırlandırıldı. Ülke içinde sıkıntı ile kıvranan 30 milyon insan bir yana salt Avrupa’ya kaçak gitmek uğruna hayatını rehin eden ya da hedefine ulaşmadan kaçakçıların ihtiraslarına kurban giden gençlerin sayısı bilinmiyor. Tarihte bu topraklardan Avrupa’ya ve ABD’ye insanlar zorla köle olarak taşınmaktaydı. Değişen tek şey yine Afrika’nın insanı ya kendine çizilmiş sınırlar içinde köle gibi kalmakta ya da binbir meşakkatle Avrupa ülkelerinden birine gidebilirse iki kere köleleştirilmekte.

Olumsuz ekonomik şartlarına rağmen eğitime hayli yatırım yapılmış Sudan’da. Üniversite ve yüksekokullar otuz civarında. Üstelik bu kurumlar sadece Sudanlılara değil bütün Afrikalılara hizmet veriyor. Tabii diğer kıtalardan gelenler de istifade edebiliyor. Mesela bu üniversitelerde pek çok Türk öğrenci de okuyor.

Umm Derman’ın aksine Hartum’da sokaklar nisbeten daha geniş ve düzenli görünüyor. Zira burası İngilizler zamanında kendileri için bir idari merkez olarak planlanmış. Fakat yoksulluk hemen hemen her yerde aynı şekilde gösteriyor kendini. Buna rağmen bizim tasavvurlarımıza sokulan, her gün medyada servis edilen sefalet görüntüleri yok. Hasta ve ölüme terkedilmiş çocuklar görülmüyor. İnsanlar çıplak değil. Aksine yoksulluğa inat insanlar boylu-poslu ve sağlıklı. Yüzlerinde hiç bir gelişmiş ülkede göremeyeceğiniz bir canlılık hakim. Hayat aheste akıyor. Kimsenin bir acelesi yok. Hatta kahvaltı saatı bile saat on-onbire ayarlanmış. Çoluk, çocuk, erkek, kadın hemen herkes hayatın içinde. Özellikle kadınlar pek çok Arap ülkesinin aksine her yerde varlıklarını hissettiriyorlar. Çarşıda, pazarda, üniversitede, devlet dairelerinde hemen her yerde.

Sudan'da üniversite rektörü ile birlikte

Sudan’da üniversite rektörü ile birlikte

Ağırlıklı olarak erkekler beyaz renkleri tercih ederken kadınlar daha renkli kıyafetleri tercih ediyorlar. Kıyafet dediysem öyle farklı model ve şekillerde kıyafetler değil. Erkekler için bütün vücudu kaplayan uzun elbise ve bunu tamamlayan bir türban (sarık) resmi kıyafeti temsil ediyor. Buna rağmen Avrupai giyim tarzı da erkeklerde yaygın durumda. Kadınlar ise terzi görmemiş, tek parça renkli desenli kumaşı kıyafetlerinin üstüne özenle yerleştiriyorlar. Bu kıyafetleri dışardan bakıldığında bir takım gibi görülse de gerçekte vucüda mahirane bir şekilde sarılmış birer zırh gibi. Ancak çarşı-pazarlarda bu örtünün altına giyildiği anlaşılan daha ziyade Çin malı abiye kıyafetleri görmek de mümkün.

İnsanlar ile sohbet ettiğinizde kendi ülkelerinin sorunları başta olmak üzere bütün dünya ile ilgili olduklarını kolayca anlayabilirsiniz. Çeyrek asırdır savaş içinde ve askeri bir yönetim ile idare edilen Sudan elbette dünya gerçeklerinden bir hayli uzaklaştırılmış. Fakat günümüzde gelişen iletişim araçları bu durumu değiştirmeye başlamış. İnsanlar artık dünyada olup bitenleri takip ediyor. Türklere ve Türkiye’ye karşı oldukça sempati besliyorlar. Öyle ki geçmişte Mısır üzerinden idare edildikleri bir döneme “Türkiye Dönemi” adı veriliyor. Ancak bu dönem tarihlerinde bazı acı ve olumsuz hatıraları olduğu için bazı entelektüeller döneme “Türkiye” denilmesini bile istemiyor. Sudan’da bulunduğum bilimsel aktiviteyi burada konu etmedim. Zira o ayrı bir değerlendirme konusu. Herkese ama özellikle farklı bir dünya gözlemlemek isteyenlere, ilk fırsatta bir kere daha gitmek istediğim, Sudan’ı ziyaret etmeyi öneriyorum.

Yorum Yaz

Blog

Kategoriler